tag:blogger.com,1999:blog-64292362014809307592024-02-06T20:59:20.317-08:00Yazabilen YaratıkSevdiklerimiz cinsiyetsizdir.Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.comBlogger28125tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-22424083729021794842023-08-08T15:53:00.003-07:002023-08-08T15:53:52.326-07:00Geceden Sonra Gelen Tanın Beyazlığı - Final<p><span style="font-family: trebuchet;"> </span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="font-family: trebuchet;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhx2UXoHZzC0nX0QDYnf6CBcuhI8TKLnpw6WsX7mP0YW6wFii9aUOV-OXOqRv5FBW4s7UrsEtaYJNaHypF2ACeLQIJAxbPyg0lhfLiYN4iWCTTVj5T9aMF_0YjEfbdJvyfb3Jq61hJxAhX7qtKcUb7ksHfU8a5b5Ag23YeWqcKhrEvFOiDmu3Bb9GLS/s1024/beyazl%C4%B1k.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhx2UXoHZzC0nX0QDYnf6CBcuhI8TKLnpw6WsX7mP0YW6wFii9aUOV-OXOqRv5FBW4s7UrsEtaYJNaHypF2ACeLQIJAxbPyg0lhfLiYN4iWCTTVj5T9aMF_0YjEfbdJvyfb3Jq61hJxAhX7qtKcUb7ksHfU8a5b5Ag23YeWqcKhrEvFOiDmu3Bb9GLS/s320/beyazl%C4%B1k.jpeg" width="320" /></a></span></div><p></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Dedi ki; sabah aydınlığının Tanrı'sı da bugün gözyaşı döktü. Leibnez ve Spinoza arasında bir salıncak kurdum. Anne diye bağırdım, sarılamadım, elleri bir başka Kant'ın ahlak anlayışına dönüştü. Anne dedim, neden bunların hepsini yaşamak zorundaydım, dur dedi, ellerini gösterdi, bu ellerle seni hiç sevmedim, saçını okşamadım, döküldü, ellerim seni sevmeme izin vermedi, dualar okudum fakat dokunmadım, çınar ağacına saçından bir parça sakladım, biri gelir de onu çıkarır diye sana bir ritüel bıraktım. Ellerine baktığımda gözlerim daha da yeşile döndü. Dur dedim, anne dur, biliyorum bu hayatı hiç yaşamadın, her şeyin bu kadar beyaz olduğu yerde, insanlar neden cenneti ve cehennemi arar ki, dedi ki Tanrı, dur dedim, sevgili Tanrı, dur ne olursun annem biraz daha konuşsun, o anlatacaklarını kaç yüzyıl daha saklayacaktı, Kafirun suresindeki denklemi anlamayan sen, aynı şeyleri teker teker söylemedin mi, dur benim annem bana senin Rabb'in sana, onun ölümünü izlemeden önce bana neden sarılmadığını anlatmasına izin ver, gözlerini ovuşturdu, yeşil gözlerini çıkardı, kanlar tüm gökyüzüne dağıldı. Bağırdım, dur Tanrı hepimizin gözlerini görmez, hiçbir gözün içine bakmaz, onun bakma ve anlamaya zamanı yoktur, bu yüzden bizim anlamlarımıza muhtaç, dur sakın gözlerini yerinden çıkarma, çok benzetiyorum her şeye, nasıl da kalbimin içinde büyük bir gözyaşı taşıyorsam, hiçbir vahiy inmiyor, çınar ağaçları ve tırtılların boynuna binip, Alice ve Gulliver'in hikayesine dahil olamıyorum. Tanrım diyorum, ben hiçbir hikayeye dahil olamayacak mıyım, neden zorlaştırıyorsun, Ebu Leheb değilsin, ellerin de kurumuyor diyor, sana inanmıyorum dedikçe, birilerine daha çok aşık oluyorum. Sen ve sevgi arasında kalıyorum, annem diğer gözünü çıkarıp kalbimin içine bastırıyor ve gülümse daha fazla sevemem seni, sevme beni ama bak, sevme beni fakat orada dur, biliyorum her tecavüzü kaldırabilirim ama ikimizin arasında anne ve çocuk arasında bu sevgisizlik ve bağ kurma yoksunluğunu hiçbir kutsal kitapta bulamıyorum. Okuyorum, Proust, Hegel, Heidegger, Joyce ve Wilde, okuyorum ama anlayamıyorum, okuyorum ama kimseyi sevemiyorum, her şeyin bozulmasını sağlayarak, kendimle eşitliyorum, kayalıkları eşitliyorum, varlığı ve noksan sözcüğünü kullanmadığımız geceleri, sevgili okuyucu her şeyin beyaz olduğunu düşündükçe, hiçbir şeyin değişmeyeceğine inandırıldım. Gözlerini anımsıyorum ve bağırıyorum: </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Sabah aydınlığının Tanrı'sıyla saklambaç oynuyorum. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Gerçekliğin zihnimle oynadığı oyundan af diliyorum.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Karanlık çöktüğünde gecenin babalarının öfkesinden</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Ve düğümlere üfleyen sevgililerimin aşkından</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Ve beni sevdiğini söyleyenlerin sevgisindeki zehirden Tanrı'ya değil, ismi hiç söylenmemiş meleklere sığınırım. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Yeşil kanatlı olan şeyleri sinek zannederdim, uykumu getirirdi izlerken, onu anımsadım, annem ellerimi hiç tutmadığını ve beni öpmediğini söylemiştim. Onu gördüğümde ise, her şeyin üzerinde bir gün herkesin sakladığı ve üflenilen düğümlerin, korkunç gökkuşağı siyahlığındaki geceye yakın bir geceden yara vereceğimizi biliyordum. Kutsal kitapların eksikliği, içinde aşk olmamasıydı, Süleyman'ın Şarkısı spotify'de yok, Habil ve Kabil eşcinseller, Havva'dan sonra her kadın biraz uykucu, yer ve göklerin sahibi olan Elon Musk'tan sonra ölümün bir yaşanmamışlık değil, denk gelmediğin her anıya şükredeceğin bir arınma yolu olduğunu fark etmeye başladım. Ölüm dediğim şey, yeşil bir perdenin önünde gerçeklerin manipüle edildiği bir çocuk filminden ibaret olduğunu, sevgili okuyucu, sana anlattığım bu dördüncü hikayede, kutsal olan tek şey gurur ve kibir'in insanı nasıl da delirttiğini ve Tanrı'dan sonra herkesin daha fazla kahvaltı yapma isteğinin bulunduğunu anımsatmaktı. Tan ve beyazlık arasında yüzyıllar geçiyor ve bana bir gece mesaj geliyor, o mesajı okuduktan sonra evi temizliyorum, sıradanlaştırmak için düşünceyi Kur'an okuyorum ve de ki diyor bana ama ben bir şey demek istemiyorum, bana tekrarlıyor, yaratan rabbin adına de ki, hayır diyorum, oku diyor, mesajı okumak istemiyorum, numaraya bakmak istemiyorum, sözcüklerin dizilişindeki göçün hangi dilde yazıldığını bile anımsamak istemiyorum. Bırak kalsın zihnimdeki her şeyin daha güzel olduğunu diyorum, bana hayır okuyacaksın diyor, oku diyorsun ama canıma okuyorsun Tanrım, oku sevgili okuyucu , ben de sizin canınızı okumak için bu yazıyı tamamlıyorum. Siz şu anda tüm kutsallıklardan arınarak, bu sözcüklerin devamını merak etmeden daha ne kadar yaralanacağınızı ve dayanacağınızı düşünerek benimle beraber bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ben sizin elinizden bir Kabe, bir Kudüs, bir İzlanda alıyorum. Kalbimin üstünde uyusaydı, her şeyi affedebilirdim, kendimi de affedebilirdim ama olmadı, bağırdım, duvarlara yazılar yazmak için kalktığımda su içmediğimi fark ettim, Tanrı'nın suyuna ücret vererek, kendimi haklı görüyordum. Suyun içinde mineral ve ph değerine uzun uzun bakıyorum. Hangi dağın eteğinden geldiği, nerede saklayacağımı, nasıl içeceğimi ve neden bu markayı seçtiğimle ilgili açıklamalar yapıyor, küçük küçük sözcüklerin bulunduğu yere geliyorum ve ağlıyorum, çok ağlıyorum sevgili okuyucu, bir şişe suyun karşısında ağlıyorum, hıçkırıyorum, ellerimi yüzümle kapatıyorum, ellerimi ısırıyorum, dur diyorum, ağlama artık, ben kimseyi hasta etmedim baba, kimseyi üzmek istemedim anne ve sen tanın beyazlığı, ölüm üzerine yemin ederim ki, cocain üzerine yemin ederim ki, strapon üzerine yemin ederim ki, sulh ceza mahkemesi ve şilte üzerine yemin ederim ki, kimsenin canını yakmak için konuşmadım. Kapı çalıyor olduğunu düşünün, şu an kapı çalıyor dediğimde birlikte kapının çaldığını düşünerek öyküye devam etmemiz gerekiyor, öyküde hareket etmem gerekiyor ve ben şu anda bir suyun karşısında ağlıyorum, bu uzun sürecek ve beni kimse anımsamayacak diye, bunu sizinle birlikte bir yalan üstüne kurmamız gerekiyor sevgili okuyucu, kapı çalıyor.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Kağıttan bir uçak, kapının önünde, tozların ve internet bağlantı kablolarının arasında, üzerinde bir yazı yazıyor. Onu evin içinde değil, apartmanın akustiğinde okuyorum çünkü en çok seni yolcularken, oradaki sesin soğuk duvarlara ve pürüzsüz görünmeyen sıvaların içinden bana gelmesine hayranlık besliyordum. Tenin ve duvarlar arasında pürüzsüzlük üzerine düşündüğümü var say sevgili okuyucu, bunların hiçbiri olmadı ama bir kere yalan söyleyen, bir kere sizinle anlaşmam, bir kere sevişince insan her zaman seveceğine inanıyor, her şeyin bir keresinde oluyor her şey, kavanoz açamıyorum, konserve kutusunun metaliyle bileklerimi kesemiyorum, nohut seviyorum çünkü, özellikle de biraz kırmızı renge bulanına her şey bana evde olma hissini anımsatıyor. Fatura için geldiğini söylüyor ve elektrik kablolarına bakıp, içinden bana şunları söylüyor, sevgili okuyucu artık başkaları adına da yalan söylüyoruz, sanıyorum bu hikayenin sonunda beyaz olan tek şeyin hiç doğmamış olmak olduğunu biliyor olacağız, abonelik numaramı söylüyor ve gözlerini bana dikip, maalesef sevgili okuyucu onun gözleri de yeşil, nasıl bir korku ve hapis bir Cemal Süreya şiiridir bilmiyorum, bakın bir önceki cümlede şiir üzerine bir metafor denedim, siz beni sanatsal bir şey düşlediğimi ve gönderme yaptığımı düşünseniz de, ben şiirlerden nefret ederim ve sevdiğim o insanla şiir gönderisini birleştirerek, onu da yaralamayı denedim, sadece okuyunca o anlayacak diye bunu size yapmak istemedim. Sonuçta kaç dakikadır birlikte birkaç yalan söyledik ve benim size doğruyu söyleme gibi bir durumum olduğunu bilerek bunu söylüyorum, abonelik numarasına baktı ve 54121111111 Tesla'yı yaratan Rabb'a sığınırım. Bu ülkede kimseyi istemiyoruz, lütfen faturamı verin, kapıyı kapattıktan sonra ışıkları açmadan ağlayacağım, bu gece bana bir mesaj geldi, kendi iyiliğini ve iyi insan olma durumunu benimle paylaşan, bakın dedi, bakın, bakıyorum, sevgili okuyucu bunlar yaşanmadı ama bakın sözcüğü kulakta güzelce çınlıyor diye, bakmaya devam ettiğimi varsayın, insanların kutsalına, insanların ilahına, 1111, diye bağırıyorum, sakın 0 deme diyorum, aklıma onun gözlerindeki boşluk geliyor, gözlerini karanlıkta da görebiliyorum ve bana sarılıyor, gerçekten oluyor, sarılıyor bana, kapıdayız ve sarılıyoruz, annem sarılmadı, o sarılmadı, herkes bıraktı, biraz bırakıldım, tadımlık bırakıldım, boşalma sonrası kalbin daha fazla kan pompalamak istemediği o aralıktaki düşüş gibi bırakıldım fakat gözlerimi kapattım, gözyaşlarım faturanın üzerine damladı, onun ismi ve soyismi vardı. DGÇ diye devam ediyordu, nasıl bir kutsallık ki Tanrı bile zarar verebiliyor bilmeden, beni bırakma oyun arkadaşım diyorum, tekrar ona sarılıyorum, sakın diyor, gitmem gerekiyor, ben başka kapıların Tanrı'sını da merak ediyorum, evimde su var diyorum, bilye var diyorum, biraz yırtmak için kitap ve özgürce evin içinde Zanzibar diyebilirsin diyorum. Sevgili okuyucu sen de durdurup söyleyebilirsin, sanki söylediğimde gözlerim küçülüyor ve gülesim geliyor, başka hangi sözcükler hakkında tebessüm ediyorum diye sorarsan... Bakın diyor, yıldızlı bir gece ve bu şarkı sonsuza kadar devam etmeyecek, bir fatura kesme süresi ne kadar diyorum, 22 saniye diyor. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">1- Elektrikçinin sinsi vesvesesinin şerrinden</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">2- O ki, insanların göğsüne kötü düşünceler fısıldar.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">3- Göğsüm yok.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">4- Memelerim küçük.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">5- Onun da memeleri küçüktü.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">6- Ne düşüneceğimi bilemiyorum.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">7- Sevgili okuyucu</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">8- Sadece sarılsın.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">9 - 22'ye kadar devam edecek mi?</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">21- Evet edecek.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">22- Minel cinneti ven nas ven ilah.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Her sarılma eksiktir çünkü hiçbir zaman içimizi dolduracak o şeye sahip olmamak için yaratılmışızdır. Giriş cümlesi bulmam gerekiyordu. Teşekkür ettim, teşekkür etti, teşekkür etmek istemedim ama gitmesi için ettim, biten tüm ilişkilerdeki sessiz manipüle etme stratejisi gibi, teşekkür ederim, teşekkürler, sağolun, hı hı teşekkürler ve gitmek için artık hazırız. Suyun karşısına oturdum, biraz çalkaladım. Kapı çalmadı, ben kimseye sarılmadım, mesajları sildim, Kur'anı öpüp Sartre'ın Varlık ve Hiçlik kitabının üzerine koydum. Gözyaşlarım daha da sınırlarından taşmaya başladı. Duşa girerdi eski sevgilim, gel dedim evdeki hayalete, beraber girelim, sevişmek yok, sadece karnımıza çektiğimiz dizlerimizi her kavgadaki gibi, yine bunu deneyelim, seni anımsadığım en güzel hallerin ağladığın zamanlardı, gözlerimiz ne kadar güzel gözükürdü. Tüm tecavüz ve geriye dönük günahlarımızın unutulması kadar anlamlı bir ağlayıştı ve suyun içinde ağladım. Beni bırak dedim, su gözlerimi yaktı, annemin gözlerini anımsadım, onun gözlerini anımsadım, kendi gözlerimi çocuklara Ce-e der gibi iki elimin iç kısmıyla, ayası ya da avuç içi fakat ben senin saçlarının ellerimin içinde sığmasındaki kaplamasına diye anımsıyorum, zorlama oldu biliyorum sevgili okuyucu ama uyuduğu zaman onun sadece avuç içimle ve gözlerinin pınarlarını baş ve işaret parmağımla severdim, hikaye okurdum, masal anlatırdım, sadece uyusun derdim, geceden sonra gelen her şeyi boşverelim, Tanın kızıllığının kimsesizliğinden, tanın maviliğinin değişiminden, tanın yeşilliğinde gömdüğüm ve sonsuza kadar tüm yağmurları onun mezarına akması için dua ettiğim bir tırtılın güzel gözlerinden ve bu öykünün zihnimdeki yarattığı beyazlığından ve balerinin, ayaklarının, burnundaki çizgilerinden ve her şeyin nasıl bu kadar seni benim zihnimde beyazlaştırdığını düşünerek, sadece senelerce duş aldığın ve ayaklarının değdiği ve sarılarak ağladığımız beyaz sabunun gözlerimizi yaktığındaki üflediğimiz beyazlıktan sonra hiçbir şey artık bizim hikayemizi yeni bir sözcükle başlatacak bir anlam bırakamayacak. Annemi seninle beraber öldürdüm, gözlerindeki ve çocuk gülüşündeki her şeyi beni kaybetmek adına, beyazlıkların ve büyük plazaların üstündeki bulutların ötesine geçmeye çalışmaktan dolayı, kanatlarımı senden geri aldım, Tanrı diyorum, ben tüm kapılarımı kapattım, sen 99 kapından birini benim için sakla, biliyorum, başından beri tüm metaforlarım, ki sevgili okuyucu ki sevgili Tanrı, ki sevgili sen, sevgili abone numaram ve sevgili bu öyküyü seslendirecek olanın kalbindeki beyazlığı da affediyorum. Şimdi yastığıma sarılıyorum ve yeşil gözlerinin yanlarında bulunan beyazlıklara sonsuza kadar saklayacağın bir cümle yazmak istiyorum. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Bu ayın faturasını ödedim...</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"> </span></p>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-88934043936744167722021-02-02T17:46:00.005-08:002021-02-02T17:46:32.636-08:00Geceden Sonra Gelen Tanın Maviliği<p><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnUAbooBHPex8pcvgAnERYvL70r0K-t9CqbMaK_Qo6V6WNRW1GoKcgG8NUTo-t8E5HyjH5xlF6hqZMLeWQ2ufeXAQgyBU-2-k9shPKgXOOx12fyv-gTbHjCSJfVAZeLEeALjQX147TRg/s1800/evelyn_bencicova_1606899484.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1800" data-original-width="1440" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjnUAbooBHPex8pcvgAnERYvL70r0K-t9CqbMaK_Qo6V6WNRW1GoKcgG8NUTo-t8E5HyjH5xlF6hqZMLeWQ2ufeXAQgyBU-2-k9shPKgXOOx12fyv-gTbHjCSJfVAZeLEeALjQX147TRg/s320/evelyn_bencicova_1606899484.jpg" /></a> <span style="font-family: trebuchet;">Şimdi sevgili okuyucu, oradasın, aklından geçenleri biliyorum. Öykü sadece bir bahane senin için, bir merak, sen oradasın, bir ses duymak istiyorsun. Benim sesim korktuğun seslerden biri, bazen bir çığlık, bazen bir saklandığın battaniye, anlamını yitirdiğin için buradasın, bu öyküdesin, benimle yürümek istediğini biliyorum. Ayaklarımızı kumun altına gömdüğümüz gecenin sabahında hep kaçmak istediğini de biliyorum. Saçlarının okşanması gerekirken derin bir sevişmede kendini bulduğunu, öykülerden kaçtığını, şiirlerden nefret ettiğini ve yaşamın gerçeğinin anlamsız kaldığını acın ve saçmalıkların için, biliyorum. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Tüm Zweig kitaplarımın üzerinde seviştim bu gece. Bağırdım, köleliklerden kurtulmak için zincirlerimin ortaya çıkmasını istedim. Tüm gerçekliğin arkasındanki gerçeğin kurbanı oldum. Bir İbrahim kadar meraklı geceden, Tanrı'nın hangi çocuğu olduğumu düşündüm. Ben Tanrı'nın orospu çocuğuydum. Özür dilerim sevgili okuyucu, oradasın, inançlısın, keskin korkuların ve ilkel insan kadar derin yalnızlıklarının arasında, ben kapıyı açtım. Benim kadar günahkarsın, benim kadar suçlusun, gittiğin yolda insanlara nasıl baktığını biliyorum, her şeyi biliyorum diyerek kendi deliliğimi bilgiyle sarmaşıklandırıyorum. Hepsi büyüyor ve gözlerimin rengini yeşile dönüştürüyor, tüm ormanlar üzerime geliyor, anne diye bağırıyorum, toprak ana artık ölmelisin, anneler çocuklarını en çok öldüklerinde severler diyor, sen bunu duymaktan korkuyorsun sevgili okuyucu, biliyorum aklında sadece bitmesini istiyorsun öykünün ama kurtulamıyorsun, sanki senin sancılı korkularından geçiyoruz beraber, bağırmak istediğin bir yastığım artık, şimdi tükürüklerinle, kaygılarınla, Allah korkunla, anal sekslerinle, vajina akıntıları ve sebzeleri çektiğin blender'la, yastığı ısırmanı istiyorum. Isır yastığı sadece ısır, korkulardan ve zamanların ötesinden yastıkların Tanrı'sından ve uykusuz gecelerinden intikam al, tüm kuş tüylerinden ve insan kalıntılarından, üzerindeki, tenindeki her şeyden duş alarak, kaynar suda haşlanarak, Allah diyerek, Rab beni Kabe'nde yalnız bırakma diyerek, tüm çığlıklar senin arka bahçen sevgili okuyucu, senin çiçeklerin sensin, toprak sensin, Havva ve yılan da sensin, her şeyi saklamak istiyorsun, ölülerini seviyorsun, özlem duyuyorsun, biliyorum masalları, hepsinin fahişesiyle seviştim ben. Bu gece babalardan intikam alamayacak kadar erkeğim sevgili okuyucu, senin gibiyim bu gece, yüzüm yok, sesiler sadece çayın altını kısarken fark edilen mutluluklardan. Sevgi sevgili okuyucu, onu ben de senin gibi bozmak istiyorum. Yapbozlarını kaybetmiş çocuklar hiçbir yere ait değildir. Sen de ait değilsin, eşine ve sevgiline, kendi hayatına ve işine, her şeyi yok etmemek adına, uyuyorsun, erken uyuyorsun, ben de seninle uyuyorum sevgili okuyucu, sen uyuyorsun mavi oluyorsun, ben uykunda maviye dönüşüyorum.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Artık kalbimde sadece tapınacak bir ateş kaldı. Tüm ilkel güdülerimle konuştum, bileklerimi kesemiyorum, kesemiyorsun sevgili yazar, okuyucu, kesemiyorum, kesemiyorsun, kesmek istedikçe bileklerim güzelleşiyor, sanki bir çınar ağacının altında tecavüze uğramıştım ve bedenimi, göğsümü, saçlarımı oraya bastırmışlar ve ben sadece karıncaların burnumdan girmesin diye dua ediyordum, içime girme, ateşime su taşıyan karıncaları affet Tanrı'm, hepsinin korkulu rüyalarının maviliğini bana bırak, biliyorum, onların sadece gitmek istedikleri yer, gitmeyi hiç ummadıkları yer, benim gibi orada olmadığım her yerde mutlu olacaklar. Sen suçlusun ateşle saçlarını dökmüşsün, şimdi gerçeklerin arkasındanki suskunlukları sana anlatmak istiyorum. Bir çınar ağacını hayal et sevgili okuyucu, yüzümün bir tarafının bir damarlı ellerle bastırıldığını ve sadece karşıda bir ağacın görüntüsünün göz yaşlarımla kaybolduğunu ve uyandığımda, kafamı çevirdiğimde sadece sana benzeyen bir yüzün bana ait olmak istediğini görüyorum. İçime giriyorsun sevgili okuyucu, bunu istiyorsun, benden intikam almak istiyorsun, bana acılarını bırakmak istiyorsun, çınar ağacının arkasına saklanıyorsun, her şeyi değiştiriyorsun, kızılsın ve mavisin, yeri geldiğinde haklısın, canın istediğinde de haklısın, sen öldürmedin kimseyi, zarar vermedin, Allah ve Tanrı arasındaki farkı anladın. Bunların hepsini bir masaldan kopardın, biliyorsun sevgili okuyucu, içindekileri görmekten kaçıyorsun, her adımını unutmak için atıyorsun, kanca seni çekiyor boynunda, sadece seks oyuncağı olarak görmek istiyorsun, bazen bir emirle zamanı durdurmak istiyorsun, sevgili değilsin okuyucu, sen sadece onaylanmak istiyorsun. Artık sana anlatacak bir şeyimin olduğunu düşünmüyorum. Sen sadece ortaya saçılan ölülerimin saçlarının kokusunu seviyorsun, sen ağlamıyorsun okuyucu, kim için yaşıyorsun, hangi amaç üzerine kendi varlığını onaylatıyorsun, hiçbirimiz ölmeyeceğiz, hiçbirimiz birbirimize inanmayacağız, biliyorum, güzel bir şarkıda ağladın, güzel dediğin her şey sana zarar vermesine izin verdin.</span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Tanın maviliği sürecince, tecavüze uğradım. Saçlarını topladı annem, dışarıda sadece kurbanlar geçiyordu, karanlığın içinde ölmesi gereken kediler, koyunlar, çiçekler geçiyordu. Bunların hepsi geçiyordu, ne olur geçmek zorunda kalanları öldürmeyin diyorum, ellerim, yüzüm eski sevgililerim kadar çocuk, beni bırak diyorum, balkondan af diliyorum, oturma odasındaki Sezen Aksu şarkılarından ve duvardaki pastel lekesinden af diliyorum. Hepsi benim rüyama giriyor, sen kimseye ait değilsin, sevgili okuyucusun, sende canına okumak için her şeyi bozmak istiyorsun. Şimdi annenin göğsünde ağla diyor, annem göğsünün olmadığını söylüyor, çabuk büyü, çabuk büyü dedikçe, çınar ağacında tekrar tecavüze uğruyorum. Ben kimseye ait olmadığım için ağaç olmam gerekiyordu, ağaç olayım diye Allah'a yıllarca dua ediyorum. Allah diyorum, ismiyle hitap ediyorum, Allah, bak ben ağaç olmak istiyorum, Fatiha, Felak ve Nas kadar benim sözlerimi de sev diyorum, ağaç olmak istedikçe rüyaların içinden yankılanıyor, sen kimsin, Tanrı ve okuyucu sen beni tanımıyorsun. Ben geceden sonra gelen tanın maviliğinde, o gecede, sadece o gecede ölmek için Shakespeare'e sone yazıyorum. </span></p><p><span style="font-family: trebuchet;"><br /></span></p><p><span style="font-family: trebuchet;">Okuyucu, bitmeyecek mi diyorsun, bir şeyin bitmesi için sadece salıncağı rüzgarın sallaması gerektiğini biliyorsun. Montaigne ve ben bir parkta intihar ederken, tüm inançlarımızı toprağa gömdük. Ellerin kurusun, dedi. Ellerin kurusun, kalbin maviliklerin dibinde var olsun, ey inananlar, ben inanmıyorum, ilk defa bağırıyorum, ben yaratılan ve insanların hiçbir söylediğine inanmıyorum. İlk defa inanmadığımı söylemek için suç işliyorum, artık özgürleştim diyorum, annem saçlarımı tarıyor, artık özgürüm diyorum, kafamdan kazakları çıkarmak için sevdiklerim geliyor. Mezarlığımın önündeki çınar ağacında tecavüze uğradım, okuyucu sen hiç kadın oldun mu? Nasıl bir duygu bilir misin istemediğin bir şeyin içinde olmak, mezarlıklar ve vajinalar arasındaki farkı hiç hissettin mi? Annenin hikayesini dinledin mi? Sana anlattı mı nasıl kaçtığını seslerinden, nasıl içinden hayır diye bağırırken, ağzını kapattığını, kaç defa "hayır" diye bağırdını biliyor musun, hangi erkeği sevdiğine inanıyorsun, gerçekten sevgi dediğimiz şeyin annende var olduğuna inanıyor musun? Biliyorum, ilk bileğimi kestiğim gece kimse dua etmemesini istemiştim. Sen kaç dua biliyorsun, hemen sayıyorsun şu an, korkuyorsun Tanrı'dan, saymak zorunda kalıyorsun, sana saydıran o şeyler yüzünden ben çınar ağacı ve mezarlıkta dans ediyorum. Kendime gömeceğim bir şey kalmadığında, tekrar doğmuş olmak istiyorum. Affedemiyorum var oluşumu, fırlatılmışlığımı ve felsefeyi ve hayatımdaki anlam verdiğim tek şeyin, geceden sonra gelen tanın maviliğine bürünen kutsal sözleri, Namaz uykudan hayırlıdır diyor Tanrı, babam annemi orospusun sen, nasıl içindeyim, zevk veriyor muyum diyor, ikisi de kutsalına sesleniyor, aklım karışıyor, babalar ve anneler neden geceleri sevişiyor, sen de bunu bilmiyorsun sevgili okuyucu, birbirimizin yüzünü görmediğimiz her an aslında ruhumuza iyi gelen bir sesle, yaklaşıyoruz, şu anda seslendiren sanatçının sesi, benim iç sesim, şarkıdaki kadının sesi, erkeklerin sesi, dış ses, Tanrısal anlatı, üçüncü şahıs ve birinci şahıs anlatı, sesler birbirine karışıyor, dua seslerini duyarken, ben patates kızartması sesiyle tecavüzü hatırlıyorum. Tüm çınar ağaçlarını aklımdan kesip atıyorum, bilek kesmelerden ve Antik Yunan'daki ilk intihar eden Lae adındaki taş toplayıcısından, hepsinden kurtulmak için kendi yaşamımı jülyen doğramak istiyorum, tüm çıkanları mutfakta feministlere ve hegemonik erkeklere yedirmek istiyorum. Kurtulacağız okuyucu, kurtulacağız sevgili eşcinsel dostum, kurtulacağız evliler, kurtulacağız zamanı kontrol etmek isteyenler, kurtulacağız sanatçılar ve sesler, var olan her şeyin kontrolündeki sesler, Musa'ya ateşten, İbrahim'e ateşten, erkek olmayan tüm günümüz kadın peygamberlerine ateşten, kasıktan, g noktasından, Tanrı noktasından, bunlardan ve benden kurtulacaksınız. Ben doğduğumda Tanrı'yı bana öğreten geceden af diliyorum, biliyorum ki her şeyin arkasından kanca bizi çekiyor, kutsal bir Farsi sözü gibi, kanca bizi çekiyor. Kanca öldü diyor filozoflar, inancımın çınar ağacının içindeki soyulmuş, uyuşturucu sonrası koldaki oyuklar gibi, benim de gezemediğim tüm zamanlardan, gecelerden ve senden okuyucu, dinleyici, anlam üreten herkesten af diliyorum. Sizi öldürdüğüm için üzgünüm, bu gece kızıllıktan maviliğin anlamsızlığını sonlandıracağım. Gidemiyorum, annem beni aramayı bırakmıyor, bu gece Macbeth merakı öldürdü, bu gece Macbeth taze fasülye kırıyor, annem ve babam nasıl sevişiyordu da benim varlığımı karmaşadan yaratmışlardı. Hiçbir zaman kancadan kurtulamıyoruz, sen benden ve ben senden, artık kapatmalısın, artık bilmeli bu hikaye diyorum. İnan sana hiçbir şey anlatmıyorum sevgili okuyucu, çünkü biliyorum, sende benim anlatmamı istemiyorsun, çünkü ikimizde her şeyi gizlersek birbirimizi seviyoruz. Romeo ve Jüliet'ten sonra her balkonda biberler ve domatesler kurutulurdu. Ellerin kurusun diye ayet gönderen Tanrı'nın ellerinden öpecek olsam, sadece ışıkları kapatıyorum. Işıklar ve çınar ağaçları kimseyi öldürmedi. Ben artık kendimi öldürebilmek, ölüm, kaygı, suçlu, hak verdim, zamanında, sadece, kendini aklama, kafam karışıyor yine, kanca beni kendine çekiyor, korkuyorum, anne lütfen en sevdiğin duayı et çınar ağacında, biliyorum tecavüz hep babamdan kalma bir masal zamana. <br /></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><p></p>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-88171495111815034792020-11-14T12:12:00.001-08:002020-11-14T12:12:56.757-08:00Saklı Fahişeler Düğünü<p><span style="font-family: georgia;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span style="font-family: georgia;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5KDt-wkoBeE4-O9_9-t_0-xLy6lLmwxmpcFkTG_ijte1ab1Xn5uPPmqvtfPrCy6Sw1JK2jWFSJW0L0P-FYeo09T7f0xviFY29-5ADTZ0YbTKX-fg7tA4gy60GeZfqgGfz0t1-RzVUPg/s1800/tiajonsson_1563819921.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1800" data-original-width="1440" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj5KDt-wkoBeE4-O9_9-t_0-xLy6lLmwxmpcFkTG_ijte1ab1Xn5uPPmqvtfPrCy6Sw1JK2jWFSJW0L0P-FYeo09T7f0xviFY29-5ADTZ0YbTKX-fg7tA4gy60GeZfqgGfz0t1-RzVUPg/s320/tiajonsson_1563819921.jpg" /></a>Seninle daha iyi anlaşabilmek için boynumu kesecek kadar beni sevmen için çabalıyordum. Sana baktıkça yazılacak ve anlatacak bir hikaye olması gerekliliğine inanıyorum. Sanki hiç ağlamamışsın gibi geliyor, bir insanın gözleri hiç ağlamamış gibi bakar mıydı bilmiyorum fakat inanıyordum, gerçek değildin, hiç taze fasulye kırmamış, hiç kahvaltı hazırlamamış, hiç ayaklarını uzatıp, ne kadar </span><span style="font-family: georgia;">çatlağım var dememişsin gibi, insanın varlığı hep böyle bir yaratımda kendini var ederken F. Sen bir şekilde tanımladığın ve arayışlarındaki kendini kimsesiz bırakabilmek için tüm yaptıklarını izliyordum. Seninle bir sokak arasında tanışabilirdik, daha önce sevgililerimizin birbiriyle seviştiği bir dedikoduda da var olabilirdik, biz hiçbir bağımız olmadan da iyi anlaşamayacaktık. Birbirimizi o kadar çok yok etmek istiyoruz ki, tüm erkeklerin ve kadınların ahını kalbine saklayacak türde acıların olduğuna inanıyordum. F, göğsünde uyuyup sana duvardaki kızın masalını anlatmak isterdim. Bu masalda sana bırakılan bir duvar ve bir kız rolü düşüyordu, ben kız olmayı beceremezdim, çünkü hiçbir erkek ya da kadın varlığım için ya da seks düşkünlüğü için numarasını bilmediğim göğsümdeki sütyeni çıkarmak için kısacası hiçbir cinsel hayalin içinde var olmadığım için kadın olamıyordum. Kendim olamadığım gibi, kadın da olamıyordum, bir şey olmayınca tüm olan her şey sana yakışıyormuş gibi geliyor, senin dudakların da öyle, sanki bende dursa sabaha kadar gülecektin F. Sana F dememin sebebini sen daha iyi biliyorsun, çünkü yıllardır kaçmak istediğin her şeyin içinde F harfi olduğunu biliyorum. Fahişe olmamaya çalıştın, farklı da olmamaya çalıştın, fakir, faal, felaket, fırın bile olmamaya çalıştın, bir şeyler olmadıkça senin için anlatacaklarım sadece sana dokunmak isteyenlerin Duvarın Masalı diye kendimi kandırarak, şu an uydurduğum bir anda var olabilirdin. Bir fotoğraf çekmezdin, çünkü içinde kadınlık, cinsellik, haz, kaygı, korku, temelde var olan ne kadar saçma sapan özel sanıp, kendimize koyduğumuz fanusun gözyaşını Medusa gibi davranarak anlamlandırsak da, sana bu gece bu masalı yazacağım, çünkü hiçbir erkekte olmayan bir şey var sende, F, sen kendi bedenini öptüğünde, çocukluğuna dönüyorsun, bunu sıcak su altında yapıyorsun, uyurken yapıyorsun, orada dönüştürmek istediğin, öldürmek istediğin, kendini kurtarmak istediğin ve ne varsa hepsini dört yaşında tenine bağlanmış dikişlerinle beraber, bağladın her şeyi, sahip oldun, bir uçurtmanın ipleri kaldı teninde, anlatacaklarım senin yaşına uygun değil artık.</span></div><p></p><p><span style="font-family: georgia;">Seni hiçbir zaman öpemeyeceğimi bilmek bana huzur veriyor F. Bugün yıllardan ve günlerden senden hangisi olduğunun pek önemi olmadığı günlerden. Sen bugün bacaklarını almış ya da sinirle bağırmış olduğun günlerden biri değil. Senin yaşadığının bile farkında bile değilim. Aklıma hep ölmek istediğim anda geliyorsun. Kapıyı çalmadan, zihnimde bir görüntüyle geliyorsun, saçların kıvırcık ve annenin kucağında, sanki hep o kucaktan inmemiş gibi sevmek istiyorum seni, yaşamın bir ötanazi olduğunu bildiğim için dahasını yapmak için kilo vermek ya da kilo almanı beklemek istiyorum, daha da çirkinleşmeni, yaşlanmanı, ölmeni bekliyorum. Öldüğünde arkandan bir roman yazacak olsam, kalbinin yerini hiçbir zaman bilmiyorum fakat öldüğünde toprak kokunu tüm varoluş alıyordu yazardım, uzun uzadıya yazardım. Bu gece ölen bir çocuğun, bana bıraktığı çocuk duasını sana öğretmek isterdim. F. Sen hep kendinden kaçamadığın için seninle denk geldik, yanlış yerlere kaçtığımızı, yanlış söylemlere inandığımızı hatta yara kabuklarına birbirimizin ismini taktığımızı bile biliyorum. Benim ismimi bilmiyorsun, bir insanın kucağına ezanla fısıldanan isimden intikam alması gerektiğini de biliyorsun. Sen uzak bir şehirdeyken de biliyorum. Sevişirken nasıl iç çekişinden, erojen yerinin neresi olduğunun da canı cehenneme, sen bile bilmiyorsun bunları, bunları hiçbirini bilmek istemediğin için tüm cümleleri içinde biriktiriyorsun, boğazından, gözlerinin çevresindeki günden güne dönüşerek, kendini daha da koyu, daha kadın, daha antianne, daha antikendi, daha kahramanlıklarını öldürdüğün o anlara dönüşüyor. Sen bir duvarın üstündesin ve ben de o duvara yazı yazıyorum. Arkasında yıkılan Berlin duvarındaki Nietzsche olabilir, belki Rosa Luxemburg olabilir, şimdi seni etkilemek için bir isim daha yazmamı isteyen iç duygumla yazıyorum, Clara Zetkin olabilir. Duvarın üstündeki seni görüyorum, sana dokunmak isteyen insanların bir karnavalında, bu kadar güzel olduğunu biliyor olmanın sana verdiği acıyı biliyorum. Göğsünde uyuyakalmak isterdim, beni sevmeden, bana değer vermeden, beni ben olduğum için kabul etmeden uyuyakalmak, oradaymışım gibi uyuyakalmak, gördükçe tenindeki uykuyu anımsıyorum. Saklanmadığın geceleri, hep savaşın ön yüzünde olan, her anda seni öne attıkları çocuklukla seni, seni görünce tüm tenim bana lütfen yaz diyor, yaz dedikçe F. Yazmaktan kaçamıyorum. Duvarlar insanlar duvara dokundukça yükseliyor, yükseldikçe sen bir sessizliğin ve hep hayal ettiğin ve sadece iki kişiye anlattığın o yere doğru yükseliyorsun, gidemeyeceğin ama gittiğini fark etmeyeceğin o yere yükseliyorsun. Ayak parmaklarını sevmen için yeryüzünden sana bakıyorum.</span></p><p><span style="font-family: georgia;">Duvarları olanların evlerindeki tüm alanlar pürüzsüz olurmuş, tenleri de dahil, yaşamlarını da bu tarzda yaşamak isterlermiş, duvarları yükselen kadınlardan biriydin, teninde kendini defalarca kapatmış bir örtü vardı, seninle bir su damlasının içinde uyuyakalabilirdik fakat her şeyin isminin değiştiği o geceyi hatırla, bir Nisan gecesiydi ve sen masal dinlemediğin ve bilmediğin için kendini kötü hissetmiştin, sadece senin bakacağın bir duvara isim koymalıydın, ne zor geçmişti Nisan ayı ve duvarlar yükselmişti, sana ulaşan insanlar dokundukça duvarlar yükseliyordu. Hiç tanımadığın birine bilet alıp, ona sırtına dokunup gitmesini söylemen gibiydi, böyle mucizelerin üzerine kitaplar bıraktın, hiçbir mucize artık bir satırdan daha güzel olmadığına inandın, çoğu zaman da böyleydi ve insanlar duvara dokundukça, teninden, ellerinden, göğsünden, ağlamadığın, güldüğün ya da sırtındaki sivilcelerinden, kendi dokunduğun kulak arkasından duvarlar çıktı. Hiçbir intikam duvarların yükselmesi kadar iyi gelmedi sana. </span></p><p><span style="font-family: georgia;">Yükseldi insan, bulutu, denizi, uçmayı, esmeyi buldu fakat sızmadı senin gözlerinden bir başka yere. Birlikte birbirinizi aldatacağını biri bulamadığın için duvarlarınla sen birbirinizin arasında kalmıştın, insanlar dokundukça sessizleşiyorsun. Ve insanlar üst üste çıkarak sana dokunmak istiyorlar, sana dokununca insan ne hisseder, sen ve bir yanındaki koltuktaki insan arasında ne vardı, neden sen ile başkası arasında kaldığında insan yanlış bir şey yapardı. Ben sana çocuk duasını öğretmek için kağıttan uçak yaptım ve duvarların üstünden geçerek, hiç sevmediğin fakat yastıkla uyuduğun kucağına geldiğinde, okudun, okudukça duvarlar insanlar arasına karıştı, artık insanların duvar gibi sana baktığı andasın.</span></p><p style="text-align: right;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8ALciP36rDceL0t82BvAvuhNUvGA30r2aI4eQ7IO-ahNMnRdCPh5SDzBzvCa5DpfzWIJHOhOhqAPeFMAAx5EFYklsnhlvKWslrsSSwmHR_bn9yfeUOV0v0t6pxtTGXre55noWn7bUog/s1800/deanmartindale_1586709829.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: georgia;"><img border="0" data-original-height="1800" data-original-width="1440" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8ALciP36rDceL0t82BvAvuhNUvGA30r2aI4eQ7IO-ahNMnRdCPh5SDzBzvCa5DpfzWIJHOhOhqAPeFMAAx5EFYklsnhlvKWslrsSSwmHR_bn9yfeUOV0v0t6pxtTGXre55noWn7bUog/s320/deanmartindale_1586709829.jpg" /></span></a></p><p><span style="font-family: georgia;">Mektubu yazan sen misin diyorsun birine, dokunuyorsun boynuna sol elinle, çünkü seviyorsun sol taraftan dokunmak, elini tutmak, uzun zamandır kitaplar haricinde tuttuğun tek elin kendisi olması da ne kutsal buluyorsun, insan kendi eline benzer bir elde korku ve acıma duygularından arınabiliyor, sert ve damarlı, kuvvetli ve güzel parmaklı derken, hiçbir şeyin güzelliğini kaybetmeyeceği algısı ile bir şeyler okuyorduk, belki de mektubumdaki gibi F., bu mektuptaki cümle gibi, o romanın ilk cümlesi gibi, Varlığın güzelliğini asırlardır bekledi. Güzellik sendeki tek imge gibi saklanmıştı, çocukluk özlemlerinin önünde ne kadar güzel bir kız çocuğu dendi, ne kadar akıllı olmuştun bazen ne kadar zeki, bazen ne kadar güzel, ne kadar güzel, ne kadar akıllı ama çok güzel, güzel olmak sende sakladığın göğsün gibi, kadın olmak gibi, anlatamıyorsun hiçbir şeyi tam olarak bazı meselelerde. Dokunduğun kişi rengarenk boyalar gibi elinden aktı, sen misin dedin, evet dedi ve dokunduğunda yüksekten baktığın bir vadinin, soğuğu gibi bir rüzgarla düştü elinden, sen mi, sen mi, baloncuk, Adorno sayfaları, kar küresi, küf derken, dokundukça dönüşen insanların arasından yanımda geçtin, yanımdan geçip gitmiştin, Milena'dan daha güzel olduğunu bildiğin için geçip gittin ve geri bir adım atarak, son fotoğrafındaki bakışla baktın F. Ben saatlerdir senin gibi bakmaya çalışıyorum ayna karşısında, nasıl yapabiliyordun bunu, nasıl kendini benzetiyordun bir anlama, nasıl tenini öpebiliyordun ve kimsesizliğe dayanabiliyordun F. Ben bir ölümün ip atlayışından senin duvarlarının tozunu tenime saklayacak kadar sana yer ayırabilirken, seni görmek istiyordum içten içe, gözlerin gibi bakamıyordum, göğsünün kabarıklığında - çıplaklıktan nefret ediyorum - uyuyakalmak için görmeyi istiyordum, tüm göğsü olan herkesin güzel uyumadığın bilerek uyumayı istiyordum. Dokundun kirpiğime, ellerin kalp acısı gibi oldu, bir kağıt kesiği ya da annenin babana nefretle baktığı 1999 yılındaki his gibi, o gecenin hissi gibi, karanlığında, tek başına girdiğin yatakta hiçbir şeyini feda edemeyecek kadar korktuğun birkaç sene önceki gibi. Elimden tutmadın, tutamazdın, tutmayacaktın, tutulası olan bir ele sahip değildin fakat yürümüştük, duvar yükseldi ve duvarın geceye en yakın çizgisinde F. Benim ayaklarıma basarak dans etmek istedin, biz hiçbir zaman birbirimizle romantik olamayacak kadar anlamsızlığı biliyorduk. Bir nehirde iki kez yıkanılmazsa, biz de birbirimizle tek bir defa güzel bakabilecektik bir ömürde, dans bittikten sonra fotoğraftaki gibi baktın, omzundan Rönesans tablosundaki gibi hayal etmek için birkaç saattir zorladığım fakat ayna karşısında senin gibi bakamadığım bu gecede, o anda, işte o geceye yakın bir yerde, saklanarak yazdığım bu yazıda, yatağın altına girecek kadar küçük olmadığım bu yazıda boynun boynuma bir Persona filmi sahnesi gibi değdiğinde, romanımın ilk cümlesini kucağına fısıldadım, yer değiştirdi rüzgar beni, tenin tenimden geçti ve yine bakamadım sen gibi bir boşluğa, çocuk duasını sana öğretmem için en Fransız filmi klişesi gibi göz ucumdan, dudak ucumdan, boyun ucumdan öpmeni istedim, bunların hepsi öptükçe bir ağacın gün geçtikçe kararan kovuğuna dönüştükçe sözlerim kulağına geldi ve kendimi yükselen duvarından bir başka duvara fırlattım. Artık en zor anında bir ölü çocuktan çaldığım bana göndereceğin üç fotoğrafına karşılık üç acını senden aldım. Tanrı var olsaydı, seni yaratacak kadar kimsesiz olmazdı. Biliyorum, baban gibi gerçekleri saklamak için uzaklara bakıyorsun. Sözler değil, eylem, artık yazmamak için parmaklarımı geçmiş fotoğraflarla kesiyorum.</span></p>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-38652287576448965622020-06-20T13:23:00.001-07:002020-06-20T13:23:42.295-07:00Annelerin Öldüğü Gece Gözlerini Oyan Mavi Kadınlar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbW-w3ZqZcQlceVLPzC99ydNRaASXYfontsmCT-hkVPrJFexuo2AmWT2TSTULx36kI1nN2UpP1_tm6uMDPT9fO4CKy4OxR9-UsXkEdClQpeovc4d8mWeND_ATwl3YcTzOYinLSMNPhSQ/s1600/IMG_20200617_232102.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1057" data-original-width="1080" height="313" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbW-w3ZqZcQlceVLPzC99ydNRaASXYfontsmCT-hkVPrJFexuo2AmWT2TSTULx36kI1nN2UpP1_tm6uMDPT9fO4CKy4OxR9-UsXkEdClQpeovc4d8mWeND_ATwl3YcTzOYinLSMNPhSQ/s320/IMG_20200617_232102.jpg" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
Kuyunun dibinde kurtçuklarla koşan kadınlar, o gece bir çocuk doğurdu. Mavi gözlerini toprağa sürerek kendilerini anlattılar ona. Kıvılcımın bir zamana düşmesi yılları alırdı, kuyunun dibinde göğsü kanserli kadınlar, onların inançları ve geceleri hep bir an bir başka anın değerine varırken, o oldu. Kutsal kitapta O diye bahsettikleri, pek çok kadının doğumuna en olmuştu. Çünkü elleri bir başkasına hiç dokunmadan çürüyecekti. Kuyunun dibindeki çocuklar denizi gökyüzü sanıyordu. O gece bir boğulma gibi sular yükseldi, Musa Kızıl denizi, onun saçlarından alarak anlamı ortaya çıkardı. Yaratıldığında sadece bir kız çocuğu olarak kalacaktı, yüzyıllarca bunun içerisinde yaşlarından vazgeçti. Bir gece tüm kuyuların hepsinde insanlar yaşamaya başladı, o gece onunla sadece gökyüzünde tanışacağımıza söz verdik. O gece birinin doğması için ölüm gerekiyordu. Her çocuk eliyle ölüm getirecek ve dağıtacak tebessümü olanlara, kabul etmek için vazgeçmek gerekecek, anlamlı vazgeçilenler mesela, bir yetenekten, bir anlamdan, ölümü uykusunda bilen kadından belki de. O gece birileri hep bir yere gitmek istedi. Onunla konuşurken ölmesi gerektiğini düşündük, bir göz rengine karşı başka karanlığı ölebilmeli. Bu yüzden gece ve gündüz gibi bölündü gözlerimiz, kapatacak kadar var olmuş muydu?<br />
<br />
O gece intihar ederek, onunla doğdum, uzun ve sancılı olsak da onuınla aramızda uzaklıklar var olacaktı. Bu ikiye bölünen zamanın bir anda saçlarını gibi uçuşması. Saklı oluyorsun ve senin gözlerinden zamana yayılıyorum, göğsündeki ben sanki boğazımdaki yıllarında kayboldu, Tanrı diye doğurduğum her zaman senin kuyunda var olacak, gece gibi dualar ediyorken, sırtına dokunduğumu biliyorsun, ölmek için dans etmek, sen ve hiç içinde olmadığım senden, uykularımda sadece bir karanlıkta sesini duyuyordum, ellerim yok edecek her anda seni dinliyordum. Gitmek istiyordun, sadece gözlerini, sonra seni, ellerini, korkularını kaçırdılar, kuşkular küçük göğsünde var oldu. Sonra sadece kurtçuklardan vazgeçtik, ses verdik bir uçurtmanın kırılmasından, işte orada bir kuyunun ta dibinde, ellerimle yarattım, gözlerini kapatmanda, senin kardeşin olmayı ya da seni kendim doğurmuş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum.<br />
<br />
Ayrılmayız artık.<br />
<br />
Sanki birinde bahar çiçeklerinden tüm sözler gerçekliğiyle karşılaşacaktı. Bu gece.Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-85544774680630510462020-04-28T11:43:00.003-07:002020-04-28T11:46:55.768-07:00Kaygılar Lahdi Orospuları<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzygDjv4WE61LXZp8C74Gz4fK9HAlcCw0ZSlE20vkmHfCnFeXfWeL3txp5ICfSxaDrOynj7ZLE-Nlk82jT5ij4it0nRrPE1fMRXAhCSKWzJYbW8uImskltLX8Jg6GaVc3GCcdk_6Fjlw/s1600/Francesca-Woodman-Untitled-Rome-Italy-1977-79-C-Betty-and-George-Woodman.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="609" data-original-width="620" height="314" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjzygDjv4WE61LXZp8C74Gz4fK9HAlcCw0ZSlE20vkmHfCnFeXfWeL3txp5ICfSxaDrOynj7ZLE-Nlk82jT5ij4it0nRrPE1fMRXAhCSKWzJYbW8uImskltLX8Jg6GaVc3GCcdk_6Fjlw/s320/Francesca-Woodman-Untitled-Rome-Italy-1977-79-C-Betty-and-George-Woodman.jpg" width="320" /></a><br />
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;">Kendi zamanından koparılmış bir Havva meyvesi dünyanın varlığını bir başkasına teslim ettiği geceydi, her şey genelde gece olurdu, anneler gece dövülür , zamanlar gece tersine akar, tersine akan tek şey zaman da değildir, her şeyin Antik Yunan'da başladığını hemen aklımıza geldiği geceydi. Bir geceyi size anlatmak için yatakların yumuşaklığını ya da gecenin hangi yataklardan geçtiğinden bahsetmem gerekiyordu. </span><br />
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;">Havva'nın yeryüzündeki tüm erkeklerle yattığı geceden hemen önce, Auletrides bize bir şarkı söylemişti, kulaklarımızdan akan spermler ve gözyaşları her tarafı güzelleştirmişti. Tüm gece labutların bedenimizde güzelce gezindiğinde anlayabilmiştik. Eski bir gecede, yatakların dantel örtülerinin ısırılarak sevişildiği ve ağlandığı gece ki her zaman bunlar birbirine benzerdi, ağlamak ve sevişmenin ortaklığında yaşama tutunuyorduk. </span><br />
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;">Kaygılar lahdi, onun herkesin önünde baldıran içmesiyle başlamıştı. Auletrides sadece o gece farklı şeyler istemişti, bir kadınla ya da erkekle yatmaktan öte, kendi başına ilk dokunuşlarını keşfetmek istiyordu. Yeryüzünde ölecekler ve doğacaklar arasında sadece cümlelerini kutsallaştıran bir o vardı, hem Tanrı hem de yaratılmışlardı, hem doğum hem kaygıydı. Sadece gözlerinin güzelliği kadar, kasığının tüyleri kadar çirkindi, her anın diyalektiğiydi. Sadece kendi ellerini kesmekle kalmadılar, nereye dokunduysa böldüler Auletrides'i, sadece bir başkası ile değil sadece kendisine dokunduğu için, çünkü kaygılarımız hep kendi içinde bir başka çocuk daha ister, kendimizin içine akmaktansa tüm dünyayı yutacak kadar güçlü olduğunu düşünmek ister, saçlarını taramak yerine tüm taranmış saçların ondan varolmasını ister, bu yüzden o gece onu izlemiştim, insanın kendine dokunması onu fahişe yapmadığı için tüm erkekler ve Tanrı'lar ona bunu yasaklamıştı, onu da gördüm, tüm herkesi, doğan ya da doğmayan herkesi görmüştüm, İsa'lar ya da Adem'ler' Zeus'lar, Yehova'lar, Transkitolar, Alemothlar, tüm varlıkların ataları ve eski sevişenler, yeni boşalanlar, herkesin önünde yakmak istediler, yakıldıkça daha da ağlandı, seviştiler ateşinin önünde, herkes bir anda kendindeki kaygıyı bir başkasına aktardı, Auletrides yanıyordu ama ölmüyordu, üzerine boşaldılar sönmedi, ağladılar, sönmedi, o ne zaman isterse o zaman sönemezdi, tüm ahlaksızlıkların kendinden olduğunu ve anlamların sadece bir başkasının fahişesi olduğumuzda değer kazandığını bildiğimizden sönmedi, yanıyordu ve lahitlerle yanan bedenlerini kesmek istediler, ben oradaydım, ağlamayacak kadar inançsızdım geceye, o orada yoktu ve yanıyordu, birileri hep dışarıdaydı ve kediler içeride olmasını istedikleri için vardı, ben yanmıyordum ama acı çekiyordum, o yanıyordu ama ölmek istemiyordu, ölümü seçmemişti, Tanrı'yı seçmemişti, gitmemişti ellerin anne saçlarıyla bağlıydı, tüm zamanların kaygıları gökyüzünden yerde filizlendi, hepimiz bir başkasının zamanında yaşam bulduk, bağırmamak için ellerini ısırdık, kırdık tüm toprağın içindeki kadınları, sözlerim lahdin içinden yüzüme çarptı ve bağırdım, bağırdıkça tüm ateşler bedenime dolandı, kendi ateşimi tanımıyordum, nasıl yaktığını bilmiyordum, onun varlığıyla karşılaşmamak için her şeyi yakıyordum, her zamanı ve insanlığı önümde yok edebiliyordum, kendi kaygım gün ışığından alıyordu, kendi varlığımı sadece lahdin sözleriyle ezberlemiştim, ateşimin yaktığı her şey tüm varlığımın hesabını kutsallaştırdı, parçalanmadı, sadece eksik olanları gösterdim, Tanrı'lar kabul etti, insanlar sevdi, ellerim ateşimle kırıldı, bir fahişeydim ve sakladıklarım gerçeklerimden öteydi, bir başkasının ateşini sakladıkça, siyah ve daha da kutsallaşıyordum, bir bebeği karnında taşıyan anne kadar kutsal ve kaygılıydım, kendime dayanamadığım için kaygılar yaratmıştım, Auletrides sonunda sönmeye karar verdi mi diye ateşimden vazgeçtim, hala elleri ve kasığının içi yanıyor ve yere damladıkça tüm gökyüzündeki herkesin yüzünden kaygılar akıyordu, sıcak sularla yüzümüzü yıkıyor ve akıyorduk ve güzel sözler ve gerçek dışılıklar ve fahişelerimizi seçerek her şeyi kendimizden uzaklaştırıyorduk. </span><br />
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: trebuchet ms, sans-serif;">O gece, dudaklarını ellerimle parçaladığım kadınlarla yer sofrasının üstünde seviştik. Saçlarını koparıyorum, ben Cehennem'in tadını Auletrides'in yangınıyla birleştirmiştim artık, çocuklar masanın etrafında çığlıklar atıyordu, öldür kadınları, öldür çocukları, dünya kaygıdır ve seni uzaklaştıran şeyin fahişesi olursun, güzel fahişe, intihar et fahişe, hikayeler yaz, sonsuza kadar sözlerin arkasında saklan, kendini tanı fahişe, suratları parçala, ellerini kırlet, kirlenmek başkasıdır, çocuklar suratımı ısırıyordu, kadınların yüzlerini suratımla tamamladım, döküldükçe yer sofrası yüzümden akıyordu, tüm yediğimiz Havva'lar ve bildiğimiz her şeyin kendimize ait oluşunun kahvaltısını yıkıyordum, sen hiçbir şeyin doğumusun, Havva ve Adem'lerin dışında bir fahişenin, Auletrides'in çocuğusun, bu yüzden tüm yangınlarını sakladın diyor çocuklar, Tanrı gelip boynumu emiyor, sen olmadıkça günah değil dedikçe daha da varlığımı ısırıyor, kasıklarımı peygamberler, sırtımı sadece ölen bebekler emiyor, şimdi kaygılan, artık kutsallaştır bunu, gerçeklerin ve suçlulukların baltasını sapla kendine, duvarları ısır, ağıtlar içerisinde, tecavüz edilmiş kocalarına ağlayan kadınlara üzül, annenin Dostoyevski okumadığına ağla, daha fazla kaygılan, yukarıdan aşağıya yazılan her şey kadar kendinle saklan, bitmeyecek, yandığını görmek istiyorum, yan artık, eri, kokun yayılsın, acı bir çorba gibi etrafa yayıl ve ölmeyeceksin. Artık her şey yenildi ve bir başkası da kaygılarından kaçtı ve sen sadece bir fahişe kadar göğsünü sakladın, aç herkes kadar, isteklerinin tadına bak ve Tanrı boynuma bir bıçak sapladı, tüm Arapça ve İbranice sözler aktıkça renklerin annemin gözünden aktığını fark ettim, biri daha sapladı, tüm intikamı anne alır bu yaşamda, gerisi sadece onun özetidir, o sadece gözlerime bakarak, neden, nasıl, ne ile eksikliğimi kutsallaştırdı ve Auletrides'in yanan ayak parmakları kesik başıma bastı, tüm zamanlarda var oldum, et parçam yandıkça, kimse olmadığımı fark ettim, her şeyin bir şeyi var etmek adına tükettiğimi, kutsallığın sen ve senden ziyadesiyle tamamlanmayacağını anladım, et parçamı kavradı ve dudaklarımdan öptü, yanan kasığına tekrar bedenimi yerleştirdi, kendine dokun, dahası değilsin,kendine dokun dahası olamazsın, kendine dokun, kendin sana ait değil, kendin sadece bir şablon, kendin bir kesit, bir şey için kaygılan, bu kadar şeyden kaçamayacak ve gidemeyeceksin, içinde hiçlik vardı, yanan bir hiçlik, gökyüzünden defalarca düşen siyahlıklar ve kutsal sözlerle öldürüldük, Tanrı'lar o siyahlığın önünde kaygılandı, her şey bir başkasına kadar tepkisizdi, artık orada, bağlandığım tüm zamanlarda annem Auletrides'le birlikte aynı bedende yanıyordum, kendime dokunuyordum, içimdeki ateşten daha fazlası değildi, önümde sevişenlerin ateşinden, tüm zamanların ve kutsallıktan daha da özgürleşti, zamanın alevini, kaygının ateşi, kutsallığın harı kayboldu kendimdeki ölümle, gözlerim sadece kendime bakması için ona söz verdim, şimdi ölümüme karar vermek adına, kızımı da ateşimle orospulaştırdım, sarıldım, öptüm, onun kaygılarını yok ettim ve ölürdüm, bir şeyin devamı varsa, artık hiçbirine sözler yazmayacaktım. Kaygılar Lahdi Orospular'ından biriydim ve şimdi ateşimden kanatlar yarattığım kendimi yok edecektim. Hiçbir ateşe inanmayın çünkü daha fazlası hep kendimize dokunuşta saklı, ölme peygamber, sen cehennemi hiç görmedin. </span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-18889258518757183032020-03-06T13:16:00.003-08:002020-03-06T13:21:38.602-08:00Geceden Sonra Gelen Tanın Kızıllığı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtTSQM2xgmE9tbHbfuIhfeZtfDiCnCWDwOzMI8nayVLx1mtWQlfSK9tU2dlNJIx69fJFAeuKuUXTFxIoCq6sC1G7l96IY9eBuz4RZ1Hb8uUYMTQijA6eiCh-4liQK4dHAoaK4DkHsJxw/s1600/ele.nin_1583275139.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1080" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjtTSQM2xgmE9tbHbfuIhfeZtfDiCnCWDwOzMI8nayVLx1mtWQlfSK9tU2dlNJIx69fJFAeuKuUXTFxIoCq6sC1G7l96IY9eBuz4RZ1Hb8uUYMTQijA6eiCh-4liQK4dHAoaK4DkHsJxw/s320/ele.nin_1583275139.jpg" width="320" /></span></a><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"></span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">"<span style="background-color: white; font-size: 14px; text-align: justify;">Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızılllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”</span></span><br />
<span style="background-color: white; font-size: 14px; text-align: justify;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="background-color: white; font-size: 14px; text-align: justify;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bu gece hayatta bitmesi gereken gecelerden biriydi ve bunu kaçırmamak için tüm Zweig kitaplarıma ağladım. Bir ara kendimi öldüremediğim için doğru zamanda doğru yerde hiçbir şeyi yapamayacak kadar yeteneksiz olduğumu fark ettim. Yaşam dediği ne ki; bir başkasını sevmek, sonra bir başkasını, sonra bir çocuğu, sonra kendini zaman kalırsa ya da bunların hepsini bir başka yerde aramak ya da vazgeçmek, kabul etmek veya vazgeçmek arasına sıkışmış bir hayatta, sadece bahçe içerisinde güzel bir anı, böcekleri, ya da gecenin deldiği yaprakların içinden geçerek tükenecekti. Bitecekti, bir anda kendimi bir çocuk gibi buluyorum. Ben gitmek istiyorum, ben sevilmek istemiyorum, ben sadece kaçmak istiyorum, bir uçurtmanın arkasından koşturmak, uçurumlardan düşmek ya da tanın kızıllığında yok olmak, yaşım daha yarısı kadar, sonra uzaktan bir şarkı çalıyor, bu şarkı sanki hayatımın bir yerinde benim ağlamam için bir İbrahim tarafından yapılmış kabe gibi ışıldıyor. İbrahim ateşte yanmadığı için her gün daha çok acı çekiyorum, çünkü biliyorum bahçeler hep ateşten, çiçekler hep ateşten, bir yerde su varsa, onlar odundan balıktan, her şeyin tepesinde sarı bir gökyüzü ve iki direğin arasında salıncak kurdum, düşmedim, sonra şarkı devam ediyor, kesme anne diyorum, şarkıyı kesme, bileklerimi kes, lütfen daha devam etsin, çünkü ölmeden önce o şarkı çalsın, bu şarkı kendime gelsin, kendimi kimseyle paylaşmadım, putlaştırdım, delirdim kendi yarattığım inancın sürgününde, bileklerim balıklardan daha güzeldi, ne güzelse balıklar kadar güzeldi. Kuşlar uçtu, tanın kızıllığına veda etmedim, elimden iki kız çocuğu tuttu, birinin yüzünde beyaz bir ben vardı, diğerinin saçları uçurtma ve park salıncakları gibiydi, onların hep deli olduğunu biliyordum, kaderimden kaçamıyorum anne, bilekler kesilmeli ve tanın kızıllığıyla gece sonlanmalıydı, bazı geceler hiçbir şeyin devamı olmadı. Ağlamak, anneannemden kalan bir şey değildi, sadece çirkinlikte uyuyakaldım. </span></span><br />
<span style="background-color: white; font-size: 14px; text-align: justify;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Ben gökkuşağının renkleriyle ne yapacağımı bilemedim. Bir yolun etrafını dağlar sarmışsa her şey daha çabuk yaşlanıyordur, kendimi onların arasında, pencerenin ucunda, sadece yansımamın güzel olduğu bir sabahta görebildim. ay ve güneşi iki elime verdiler, hepsini sevmeye çalıştıkça, kendi ölümümü atladım, bir yerde ölmediysek sonrasını başaramıyordu insan. </span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">"Söyleyeceğim bu şarkıyı mutlu insanlara adıyorum."</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bu gece sadece akciğer kanseri kadar sevimsizdim. Her yere yayılmak tüm mutsuzluğumu yaymak istiyordum. Dolapları kaldırmak, kitapların cümleleri arasına sızmak ve hatalar yapmadan, daha da suçlanmadım, annemi öldürmeden ya da ölümü bir tüfeğin ucundan görmeden, bir kaşıktan bir parça daha tatlı yemeden, bir şeyler olmadan gitmeyi diliyorum. Boynuma dokunuyorum, o dokunuşla kendimi yok etmeyi diliyorum. O neredeydi, o hep bir yerde olacaktı, ben bir başkasının romanı olmayı seçtim artık. </span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Sanki bir kuş uyuyordu ve ben onu öldürmek zorundaydım. </span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Onun boğazını çevirmem gerekirdi, uykusundan hiç kalkmamalıydı, anne diye bağırmamalı ya da artık tüm annelerin olmadığı bir dünyada doğacaktık. Ben artık kendimdeki kimi bulamıyordum, daha ne kadar üzecektim zamanı, yelkovan ve akrebi kimden kıskanacaktım, nasıl kendimi onların arasında var edecektim ve neden saldırgan ve cesur halimin altındaki güzel gökyüzüne dayanmak için zamanın geçmesini bekleyecektim, birkaç ilaç ile birkaç yabancı gaz ile, birkaç kurabiye ile ne vardı, ölüme dayanmak için yine kime aşık olacaktım.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">"Ömür boyunca"</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Arkasından bir şarkı çalar, bir rüyadan kalkınca sadece o ışığı istersin, ışık bir yerde parçalanır ve tüm tınılar birbirine çarpar ve yazgı sadece boğazına bir ip daha dolar, ben her şeyin bende bitmesini, zamanın tüm nedenselliğini ve bir bilginin insanın kalp kırıklığını değiştireceğine olan inancımdan da vazgeçiyorum. Artık kimseye ne anlatacaktım, sözlerim kime faydalı olacaktı, kim daha fazla bir başkasına dönüşecekti, bunların hepsi hangi mezarlıkta son bulacaktı, bu gerçekler miydi yoksa mezarlıklar hep ağaçlar yüzünden mi ürkütücüydü, çocuklar neden büyükler gibi gömülürdü, neden hep birbirine benzer şekilde ağlardık, içimizden çıkacak ağaçlar, devasa taşları neden çıkaramazdık, bunların hepsini o kuşu öldürmediğim, o gece öptüğüm ya da bir yanlıştan kaçmak için çiçekleri ezdiğim gecede kaldı gibi, üşümemek için her şeyi üst üste giydim anne, kimin kalbini kırsam ondan büyük bir orman yaratıldı, bahçeler ve arkasındaki çocukların yüzleri uzak kalakaldı. Bu bir tanın kızılığının masalı, ben ölü bir yazarın anlattıklarıyla kendimde bağ kurdukça, tüm yaşamım delilik ve gülümseyiş üzerinden yok olmayı seçmiyorum.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bir deniz kenarı, gökyüzünde yeşil duaların ve İbrahim'in asıldığı geceye benzer bir gecede, sadece insanların sahilde kıldığı namazların yanında. ölen istiridyelerin hesabını sordum, hep onunla konuştum, parasız kaldım, yoruldum ve ya da bir başkasına benzedim ama konuştum, İbrahim, dedim, İsmail olduktan sonra seni asacaklar, sen de ateş ve rüzgar olacaksın, senin ellerinde bir başkasının ipleri olacak, delirmek isteyecek ama sana Hazreti diyecekler, Tanrı sana kendi kutsal alanını yaratmak için kırk yaşına kadar bekletecek, Tanrı hep bekletirken, neyi anlatırdı çocuklarına, duaların aslında, sekürler bir masal olduğunu nasıl anlayacaktık, annem neden bir gece babama tecavüz etmeyecekti, Doyamamak istediğim yerde hiçbir şeyin tadına bakmamıştım.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bir kalabalığın arasında ayın son dördününü izleyen herkesi yok edecek bir fırtına çıkacaktı, ölmek için çok sabırsızım, anlatmak için çok sabırsızım, bahsettiğim her şey için çok sabırsızdım, aklımda tüm sevdiklerimin sırtının gömüldüğü bir kitap var, herkese uygun bir kitapla mezarlığım çoğalıyor. Artık bahsetmiyorum İbrahim'den, Kabe'sinden, Tanrı'sı ve kalbime sokulan her şeyden, tüm sevdiklerimi astım Kabil ile Habil'in güzel uyuyan göğsünde, Havva'dan sonra her şey elma ve yılan da gözyaşlarım gibi ayaklarından yoksun, bir sabah şu sözleri duyacağız, artık daha fazlasına gerek yok, kimse kimsenin kimsesi değildir, Tanrı'n "Oku" kelimesinden önce Muhammed'e bunu söyledi, artık yapraklardan önce kuruyanlar oldu, insan ölmediği zaman kururmuş anne, sen ne zaman ağlayacaksın? Artık ben herkesten önce gidiyorum.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="background-color: white; font-size: 14px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "open sans";"><span style="background-color: white; font-size: 14px;"><br /></span></span></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-5969439535645352012019-08-25T14:04:00.002-07:002019-08-25T14:04:49.581-07:00"Anne Ne Olur Ölme" dedi Emine Bulut'un Tüm Çocukları <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8CXuMwu_Nc4cXNowSo4FUFARKkbahXUrvJkl0mrW1gMTPy1BFcbwwyjMz9ru4e1SxOOZMkXE0IFBAefFX1Pp9_l6kUPDW_c1iW1nhJ7TVSqhI8gheSyIR5itIdFn7-edrBXoPHCEJTQ/s1600/127556_480x270.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="270" data-original-width="480" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8CXuMwu_Nc4cXNowSo4FUFARKkbahXUrvJkl0mrW1gMTPy1BFcbwwyjMz9ru4e1SxOOZMkXE0IFBAefFX1Pp9_l6kUPDW_c1iW1nhJ7TVSqhI8gheSyIR5itIdFn7-edrBXoPHCEJTQ/s320/127556_480x270.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"Anne ne olur ölme" dediğimde daha dokuz yaşındaydım. İzmir'in güzel bir semtinde, sessizliğe sakinliğe yüz tutmuş, birkaç yılda bir cinayet işlenen ilçesinde, nasıl bir gece olduğunu hiç hatırlamadığım o anda, annem (şu anda başkası ile evli) avuç dolusu hap ile ağlayarak bana bakıyordu. Ölme anne, bırak bunları diyordum. Dokuz yaşındaydım ve daha Montaigne okumamıştım, ölüm üzerine çok bir şey bilmiyordum.</span><div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Annemin hikayesini anlatmak istiyordum yıllardır, Kırıkkale'de eski eşini öldüren bir erkeğin, kızının annesinin akan kanlarına bakarken bu cümleleri sarf etmesi, bende derin bir yara açtı. Öykü yazıp bunu edebileştirmek gibi bir derdim olmaması gerektiğini düşündüm. Kaç gündür sessizliğime gömüldüm. Her çocuk, her büyük, her insan bu cümleden uzun süre acı çekmeliydi. Ölmeyi seçerken aslında öldürülmüş olan annemin hikayesini anlatmak istiyorum. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Doğu illerinden birinde doğan ve üvey baba ile büyüyen, sarışın renkli gözleri olan bir kadın, mutlaka taciz edilirdi. Doğu illerinin saklambacı iftira atılmamak ya da kezzap ya da ölümle tehdit edilmemek için evden çıkmamaktı. Sonraki yıllarda üvey babanın etkisiyle korunaklı büyüyen ve dört abisi olan annem, kendi hayallerini "okuyup da bir pezevenk ile evlenmeyecek mi?" diyen aile üyelerinin düşüncelerine boyun eğerek, kabul etmişti ve ilkokuldan sonra yaşamı son bulmuştu. Annem ilk orada ölmüştü. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Sonrasında kendinden on dört yaş büyük babamla (akraba evliliği) evlendirilerek yaşamda bir kere daha öldürülmüştür. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">-Neden aşık oldun anne ona, babam çirkin?</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">-Bana dondurma almıştı.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Ölümler yıllar gibiydi, unutulmaması için tekrarlanması gerekiyordu. Aslında babamın kardeşi annemi istemişti ve vermemiştiler sonrasında yıllarca amcamın anneme olan ilgisi devam etmişti... Beni bu yüzden hiç sevmemiştir. Tanrı bilir ben sevgiye ihtiyaç duyan biri olmayı otuz yaşından sonra fark ettim. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Annem on beş yaşında evlendikten sonra ikiz yatağı olan boş bir eve gelin gelmiştir ve hamile kalmıştır. Benden önce ölümü deneyimleyen cenin olan kardeşim, annemin gördüğü şiddet yüzünden ölmüştür. Bunun hikayesini o anlatsın isterim. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Benim hikayemde ise, ön sevişme yaşanmadan, sırf bir hırs uğruna, ağrılarıyla acı çeken anneme tecavüz eden babamdan olmuştum. Bunu da düşür de görelim diye içine boşalmıştır. Annemin ölümü olmuştur bu, celladını doğurmuştur. Çünkü bacaklarının arasındayken dövülen ve ağlaya ağlaya sevişen bu çift sonra annemin doğmasın diye dua etmesi sonucu, yine de doğmuştur. </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Cellat her zaman çirkin olmalıdır, bir kavgada birkaç aylık kundaktaki bebeği duvara fırlatarak, gözlerimin bozulması ve ruhumun hep eksik kalmasına yol açmıştır. Dünyayı farklı bakmak sadece yazgıyla alakalı değildi, bunu da ben görmüş oldum. Çok uzak fazla yakın bir görüntüyle.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Bir tane aile fotoğrafımız var, annem ve babamın kucağındayım, bir yaşında varım ve bir pazar günü çekildiğini biliyorum. Bu da benim ölümüm, çünkü her şeyin sonsuz olacağını sanıyordum.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Konuşmaya başladığım zamanlarda anneme "Hizmetçi" diyordum, babam öyle öğretmişti. Hizmetçi su ver, hizmetçi karnım açıktı diye bir zamanım geçti. Bir kadının gururunu kıran ben sözcüklerin anlamlarını bilemeyecek yaştaydım. Bir kadını sözlerle değil, kelimelerle öldürmüştüm. Sezen Aksu şarkısı gibiydi doksanlar, ne söylesen can acıtırdı.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Çoğumuzun annesi ölüdür, sadece yaşadıklarını unutması için bunlar gereklidir. Ölüleri unuturuz, ölüm hep aklımızdadır. Peki, saçlarım uzadıkça, şiddetin türü de farklılaşıyordu. Babam bazen kanser oluyordu annemi korkutuyordu, ona itaat etmesini sağlıyordu, benim saçımdan tutup, biraz içirmeye çalışıyordu, karanlıktaki odadan onun istediği çorabı getiremediğim için ışıklar altında tokat atıyordu, annem araya giriyordu. - Anneler hep araya girerdi, cennet onların ayaklarının altında da olsa cennet yoktu, bunun için ayaklar sadece kandırmacaydı, tekmeydi, ağlatmaydı, tehditti. - </span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Zaman geçiyordu, şiddetin tadını anlıyordum. Kocasının flörtöz davranışlarını kıskanan annemi, beyaz florasanlı sokak lambalarının altında saçlarından sürükleyerek dövmüştü. "Orospu, polise vereceğim, kahpe, sen yaşamayı hak etmiyorsun." Ben bu görüntünün gölgelerini görmüştüm, ışık oyunuydu, orta oyunu gibiydi, Doğu illerinin sevdiği bir görsel şölendi, herkes perdesinin arkasındaki karanlıkla izliyordu. O gün annemin gözlerindeki morlukları devlete hediye etmek isterdim. Daha çocuktum, devletle on sekizden sonra tanıştım. Annem ışıklar altında ölmüştü bu seferde.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Sonra evimize yedi kez icra gelince, tüm eşyalarımız yeniden, yine toplanmıştı. Artık evdeki sessizlik bizim gitmemize yol açmıştı, o gitmişti, annemle ben ağlasak da kimin ağlayış sesi olduğunu oda içerisinde anlayamıyorduk. Küçük güneş görmeyen bir evde annemle yaşadığımda, fark etmiştim. Evlerin hiçbir suçu yokmuş, dayak sesleri, pencere, mutfak dolabı gibi gerekli bir şey değilmiş.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Boşandılar ama hala babamın namusuydu annem. Devletin iletişim kurumunda çalıştığı için telefonumuzu her daim dinliyordu. Devlet bunun farkındaydı. O zaman şizofrenik ataklarımda arkadaşlarım olmuştu, cami önünde su içmek için durduğumda dondurmamı çalmışlardı. Yine de İzmir'in gizli bir yerinde oturduğumuzdan bizi bulamazdı, bir gün evimizin yakınından geçerken görünce, korkuyla kaçtım, hala hatırladıkça korkarım, korkuyorum, nefesim düzensizleşiyor şu an, annemi bulup dövmemesi için kaçmıştım. O gün parkın oradaki ağaçta sekiz saat saklandım gitsin diye, İzmir Büyükşehir Belediyesi bilmez benim kadar ağaçların anlamını.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Pilot olamazsın demişti benden bir yaş büyük kuzenim, senin gözlerin bozuk. Ben de o zaman öleyim dedim, salıncağı bırakıp gitti, ölüm ne korkunç bir güçtü, annem ağlayarak işten eve gelince yaşamımın gerektiğini yoksa daha büyük acılar çektireceğimi düşündüm. Montaigne okudum.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Küçük güneş görmeyen evde geçen yıllardan sonra 11 yaşında, annemin abilerinin annemi gözümün önünde dövmesiyle, tekrar babamla barıştırdılar. Ya türban ya da eski kocan diye sunulan teklifte annem ikisini de reddetti. Bıçağı Emine Bulut'un boğazına dayadıkları gibi dayamışlardı, ağladım, ölme anne dedim, ölme! Annem o gün ölmedi fakat tüm kadınlar ölmüştü.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Tüm akrabalara, aileye reddeden ve az para kazanarak geçimini sağlayan kadını sadece çocuğuyla öldürebilirdiniz. Babamın " Onu kaçırır, gözümü kırpmadan öldürürüm, evlenmezsen benimle." Yirmili yaşların ortalarında olan annem, celladı - benim yüzümden - yüzünden yine kabul etmişti. Annem yine ölmüştü ve ben de o evden çıkarken arkadaşım olan hayali kadını öldürmüştüm. Babalar hayalleri öldürüyordu.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Çocuk istismarı, erkeklerle cinsel ilişki, uyuşturucu kullanımı, banka borcu, başka bir kadına ev açma, kumar, pavyonlarda dört kadınla masada öpüşmek gibi başarılı girişimleriyle tanıdığımız babam, artık yaşlanıyordu. Tekrar evlendiler, bir çocukları daha oldu. Eve haciz geldi, çocuk açlık çekerek büyüdü ama hiçbir şey hatırlamıyordu. Dövmeye devam etti, bazen cebinde kızları yaşındaki kadınlara yüzük aldığı için bazen evde neden üzüm salkımı olmadığı için, bazen elektrik neden kesildiği için bazen de annemi ben daha çok sevdiğim için dayak yedi. Öldü, defalarca öldü. Birkaç sene sonra önüne geçtim, dayak yedikçe önünde durdum, uzağı ve yakını göremeyen ben şiddeti görebiliyordum, tadını biliyordum, annemin elindeki ilaçları ellerimle çöpe atıp, yaşayacaksın, birbirimize söz verdik anne, diyebiliyordum. Sopayla, kemerle, televizyon kablosuyla, fırlattıklarıyla, annesinin önünde, çocuğunun önünde, herkesin önünde bir sirk gibi gösteri yapa yapa dövüyordu. İstediğini sikiyor, istediği gibi dövüyor, hiç ölmeyecekmiş gibi korkusuzca yaşıyordu. Devlet arkasındaydı, Allah'a o kadar küfür etmesine rağmen hala dipdiriydi, ben onun ettiği küfürlere rağmen susan Tanrı yüzünden olmadığını anlamıştım. İbrahim'in oğluna koç gönderen, oğlunu çarmıhtan gökyüzüne çağıran, Yusuf'a kuyudan seslenen, Musa'ya ateşten dile gelen, Muhammed'e perde arkasından görünen Tanrı, bu kadar söze rağmen susuyordu. Tanrı da babamı seviyordu, o da kadınları dövüyordu belki ya da çocuklar büyüyene kadar sevmiyordu. Bilmiyorum, annem o ilaçları bırakırken, gözlerindeki yeşil rengi görünce ölmüştüm. Ölümün rengi o yeşil renkti. Sonraki sabahların birinde hasta olduğu için dayak yiyen annemi bir kapı zili kurtarmıştı. Şiddetin ortasında gelen icra memurları beni de almasın diye, bahçedeki ağacın arkasına saklanmıştım. Eşyaların hepsi gitmişti, babam da gitmişti, kaçmıştı. Artık onu bir daha aynı evde görmemiştim. Boş evin sesi beni hep ağlatır, annemin kanayan dudaklarıyla beraber ağladık...</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Şimdi babam hala yaşıyor, ben onun evlendiği yaşa geldim, kendisi uzakta ve hala devlet ona aylık para veriyor, yaşıyor, hiçbir şekilde bağı yok, dünyaya neden geldiğini sorguluyor insan. Ben bu toplumda tiyatro bölümü okudum, sanat okudum, ölmemek için kitaplar okudum, öldürmemek için kadın çalışmaları okudum, annem yaşlanıyor, ben oyunlar çıkarıyorum, geçinmeye çalışıyorum. Ne devlet var arkamda ne İzmir Büyükşehir Belediyesi farkında, ağaçlar, evler ve öldürülmüş anılarımız farkında. Hala korkuyorum evimi kimse öğrenmesin diye... Psikolojik olarak nasılım, nasıl bir insanım bunu hiç bilemiyorum. Neden korkuyorum diye soruyorum, ürettiğim şeylerden korkuyorum, anlatamadığım yazamadığım şeylerden korkuyorum, kendimi öldürüyorum ben de. Erkekliğin şiddetini kendime uyguluyorum, baskılıyorum kendimi, üzüyorum, tüm dünyanın suçu benim yüzümdenmiş gibi sanıyorum, tüm öldürülen anneler benim yüzümden ölüyor sanıyorum, tüm ağlayan çocuklar benim yüzümden, bağıramadım eşyalar giderken, babama bir kere bile vuramadım, onu dövemedim, ona sarılamadım, onun kim olduğunu bile bilmiyorum. Onun kokusu nasıldır bilmem, nasıl güzel sözler söylediğini bilmem. Ben kendimi tamamlayamamış bir varlığım, çünkü defalarca öldürülen annelerim ve sustuğum, korktuğum anlar oldu. Bunların hepsine Tanrı bile kayıtsız kaldı. Bu yüzden anneler ve çocuklar birlikte ölür, bunu ne din ne devlet anlar.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Babam hala yaşıyor, kaç yüzyıl yaşayacak bilmiyorum. Benim alacağım bir hayat var kendisinden, keşke bizler de boğaz kesebilsek, keşke bizler de öldürebilsek, keşke bizler de küfür edebilsek ve keşke bizler de erkek olabilsek! Bizler olamayız çünkü "ne olur " kelimesini kullanacak kadar insanız.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Bu anlattıklarımın bir kısmı da benim ölümüm.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Ben kimseyi öldürmemek için ölmeyi bekliyorum.</span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<br /></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-14969055041228717962019-08-18T14:47:00.002-07:002019-08-18T14:47:52.109-07:00Sabah Aydınlığının Tanrı'sıyla Kahvaltı - I.Bölüm<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8Zxmz2KWDXaPd1sCun6GmOhpZSBRKaNKEZjQ0RuE5E3uItgObpXhv1FVwNRM60Lm0mOShlCCcZPUkabhcHX-fitcwU8PRACD_1mAwdWuXag5i2QTkc9OXXGf6Usz5KZnfWvZzVEfF3A/s1600/artfucksme_GillButton_Lighthouse.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="852" data-original-width="1060" height="257" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8Zxmz2KWDXaPd1sCun6GmOhpZSBRKaNKEZjQ0RuE5E3uItgObpXhv1FVwNRM60Lm0mOShlCCcZPUkabhcHX-fitcwU8PRACD_1mAwdWuXag5i2QTkc9OXXGf6Usz5KZnfWvZzVEfF3A/s320/artfucksme_GillButton_Lighthouse.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Cennet bir varsayımdan ibaretti, orada yaşanan tek olay Adem'in cennetten kovuluşuydu, ben bugün yüzyıllardır anlatılan tarihsel olaydan daha fazlasını yaşadım. Yemek yaptım, dişimi kanattım, caddeden geçen arabaların hala bir yere mutlulukla gidiyor olduğunu düşündüm, göğüs ucuma dokundum, omzumu öperken kettle'ın sesini duydum. Tüm bu yaşananlar cennette olsaydı şimdi Tanrı bana kulluk ederdi. Bu varsayımlardan bir diğeri de tabi , oturdum kendi yaratılış destanımı yazarken ilk cümle şu oldu;</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">" Bana düşman olun ki, kendi eksikliğimi hissetmeyeyim" Benim Tanrı'mdaki istek saygıydı, sonra ilk insanı yaratıp kovmam gerekiyordu. Yaratacağım karakteri düşlerken o çoktan gitmişti. cennet boş kalınca altını yakıp, harlamak istedim. Devamında Feminist Hermeneutik ile kafam karışınca Dünya'yı yaratıp bıraktım çünkü anı düşünmedim, sadece yaşadım. Tıpkı kutsal kitabı yazayım derken Netflix'in entelektüel "nimülasyonunda" kendi gerçekliğimi "HD" yapmakla uğraşırken buldum. Kutsal kitaplar yarımdır çünkü insan ve Tanrı yoktur sadece yeşilçamdır. Şimdi anlattıklarımı unutmak için meditasyon yapacağım sonra peygamber göndereceğim.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">II.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Biraz peynir kestim, doğradım demedim ama içimden doğradım demek geliyordu. Doğradım deseydim bunun üzerine aklınıza sebzeler gelecekti, doğrama kelimesi hep onunla özdeşleşmişti, ben doğradığımı düşünüp buraya kestim diye yazmak zorundaydım. Bunu kutsal kitaplarda da Tanrı'nın yaptığını fark ettim, bir şeyleri yazmak zorundaydı çünkü insanlar böyle alışmıştı, onların istediği gibi anlatıp, isteklerinden uzaklaşmıştı. Ben de kutsal kitabımı tamamlarken bunu atlamadım ve içimden gelenleri yazmamaya karar verdim. Kendimden "o" diye de bahsetmek istemedim, insanın yazacağı bir kutsal kitapta kendini zaten aradığı için o dediğimde hep bir kişi sanacaksınız, beni o kelimesine değer görmeyeceksiniz, sizler de alışmışsınız. Peygamber göndereceğimden bahsetmiştim, ilk önce insan kendi peygamberini etrafında arar. Bir instagrama girdim, birkaç insan baktım, hepsi güzel fotoğraflarıyla sevişmeyen insanlardı. Peygamber dediğin biraz felsefeden anlamalı ve saçma düşüncelerle kendini olumlamalı ve reddetmeli, tutarsız olmalı peygamber dediğin, insanların önüne çıkınca Tanrı'dan kutsal sözler çıkıyormuş gibi olmalı, biraz da zengin olmalı, peygamberin eksiklikleri de olmalı, aşkta mutsuz olmalı mesela, aldatılmalı fakat hiçbir zaman fark etmemeli, bunu fark ettiğinde ise kendini Tanrı tarafından bunlara izin verilmeyeceğini düşünmeli, bunların yanında akrabaları olmalı, onlar tarafından güvenilir görülmeli fakat bir yere saklanmalı, uzun zaman kitap okumalı ve kitapları sadece aklına düştüğü kadar yorumlamalı, hep bir onay bulmak için uğraşmalı ve yaratıcı olmamalı, böyle insanlarla zaman geçirdiğimi hiç düşünmemiştim, ondan nefret etmeliler bir de, iyiliğiyle nefret edilecek biri haline gelmeli, neyse peygamber olacak iki kişi buldum, onlarla konuştuğumda ise hiç zamanlarının olmadığını söylediler, peygamber göndermek için iyice mutsuz olmam gerekiyordu, dünyada düzen de çok normaldi, Lut kavmi yoktu, İsrailoğulları teknolojide gelişmişlerdi, pek çok kitap basılmıştı, ben kendi dinimin kitabını bile yazmaktan yoruluyordum, ben söyleyecektim ve peygamber not alır diye düşünmüştüm. </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Peygamber de ben olacaktım, karar verdim, Tanrı olarak kendimi dünyaya gönderdiğimi ve simülasyon kuramına göre iki farklı benin bir yaratılışta yardımcı olmasının çok normal olduğunu düşündüm. İlk önce Starbucks'ta oturdum, kahvemi aldım ve vahiy bekledim, insanın kendi kendine konuşması bile azaldığını fark ettim, bekledim, beş saat sadece instagramdanki yazıları okudum, hepsi çevre kirliliğiydi, gözlerim onlardan yoruldu, kalktım, yemek yemek için para ödedim ve vahiy gelmediği için yürüdüm, mide bulantım başladı, yine hamile mi kaldım diye düşündüm, korkuyordum, Dünya ile düzenli bir ilişkim olduğundan doğurmam gerekiyordu, doğuracağım şey ise din olacaktı. Din doğurmak pek zordu, zordu, çünkü bazen kromozomlar ve genlerden dolayı ikiz - üçüz olma durumu olabiliyordu.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">İlk vahiy geldi; duştayım şu an, sular göğsümden damladıkça aklıma bir şeyler geliyordu, sonra daha fazla gelmediğini fark ettiğimde bugün bu ayeti bitireceğim diye not almıştım telefonuma, kendime dokunmaya başladım, tam boşalacak gibi olduğumda aklıma düşünceler geliyordu, o anda hemen bırakıyordum ve sesli bir şekilde aklıma gelenleri söylüyordum, söyledikçe aklımda tutmaya çalıyordum, dokundukça daha keyifli gelmeye başlamıştı, boşalmak istiyordum ama bunu yapmamalıydım, sözcükleri kulaklarımla duymalıydım, aralarda başımı gelen suyun sıcaklığıyla boğuluyor gibi olsam da sesleniyordum, sesim de güzel çıkıyordu, bu dinimin ilk sözleri olacaktı. Fakat tamamlayamıyordum, çünkü titremek istiyordum, bağırdım, bitmeli sözlerim bitmeli, kendi yaratılış destanımı tamamlamam için sözcükler gerekli dedim fakat bunu yapamıyordum, kendime dokundukça kendimden geçiyordum, aklımdan bir anda Platon geçiyordu, arkasından Rönesans tablolaları geçiyordu, Goya'dan nefret ediyordum, Klimt'in öpücüğüyle titrediğimi fark ettim, bir karanlık çöktü ve sabun düştü, eğilmek istemiyordum, eğilip almayacağım dedim, al dedi içim, yıkanacaksın, vahiy gelecek dedi, almayacağım, eğilmeyeceğim almayacağım dediğimde bölündüm, ışıklar rengarenk göründü, sanırım tansiyonum düşüyordu, her şey parlaklaştı ve sabuna eğilmeyen benden bir şeytan çıktı, hemen duştan çıktı, kıyafetlerimi aldı, götürdü, çıktım hemen ve üşümeye başladım, havlularımın markası her zaman Halil Cibran'dan olmuştu, mağripli bir kadından aldığım havlularımı alan şeytanı kovmam gerekiyordu, şimdi ellerimle yüzümü sildim, aklıma sözcükler gelmiyordu, sırılsıklam oturdum ve ağlamaya başladım, hiçbir sözcük çıkmıyordu aklımdan, insana dönüşmüştüm. Şimdi kendi Tanrım olamayan ben, insan olmak zorundaydım, sabunu eğilerek aldım ve tuvalete attım, üç kere sifonu çektim ve köpürdü, izledim, çamaşır makinasını sonra çalıştıracaktım. </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Yatak odasına gitmem kırk beş dakikayı buldu, uzandım, üzerimi örttüm ve sadece ağladım, deprem olduğunda da uyumuşum, şimdi karanlıktayım ve rüyayı yaratmam gerekiyor yoksa hiçbir insan bu dünyada var olamazdı, Tanrı olamadım, vahiy gönderemedim ve peygamberliğimi ilan edemedim, sanıyorum bir yerde eksiklik vardı, bunu öğrenmek için eski Tanrı'larla görüşmem gerekiyordu. Ben hiçbir sözcüğü bilmiyordum. Sonrasında şeytanımla tanıştım rüyamda ve bana şunu söyledi; seni oraya götürebilirim, sadece elektrik ve su parasını yarın yatırmaman gerekiyor sonrasında ben seni bulacağım, nasıl instagrama gireceğim diye düşündüm fakat daha olgunlaşmadığımı fark edip kabul ettim. Yarın gece semavi dinlerin Tanrı'sıyla görüşmek için şeytanımla gideceğim. Benim biraz kafam karıştı çünkü ben daha kendi ismimi bilmiyordum. </span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-29492455666044438312019-04-15T13:45:00.001-07:002019-04-15T13:45:40.283-07:00Kayalıkların Eşitliği Üzerine Bir Ayrılık Mektubu<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg773qhovUjh2vYYun_a4fJuDErdcYI4suJoRY6GgIPPQtbHhqj6OHAJHfBbEAECOR-3tjtG7IHYSKj-gTZ9q0RQuutzlRJNEubZBhJC7QQyn3eR1D06JxJOm2lTekqZTuQmRwBYaT1ww/s1600/Clipboard01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><img border="0" data-original-height="775" data-original-width="891" height="278" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg773qhovUjh2vYYun_a4fJuDErdcYI4suJoRY6GgIPPQtbHhqj6OHAJHfBbEAECOR-3tjtG7IHYSKj-gTZ9q0RQuutzlRJNEubZBhJC7QQyn3eR1D06JxJOm2lTekqZTuQmRwBYaT1ww/s320/Clipboard01.jpg" width="320" /></span></a></div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Haklısın, dedikten sonra ağladı annem, her kadın mutlaka öldürülmeyi hak ediyordu, çünkü ölmek gitmek demekti.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Gecelerde, şarkılarda derin bir boşluklar vardır. Birleştikçe görüntüler de birbiri arasına sıkışır. Gökyüzü ve evren gibidir, genişledikçe zamanlar sıradanlaşır. Benim hikayemdeki süreçte böyleydi, birkaç şarkı arasına her şeyi sıkıştırmıştım. Dinledikçe her şey birbirini hatırlatıyordu. Bir anda ışıklar sönüyordu, ilk defa annemle konuşuyordum koltukta. Dizlerimizi çekmiştik karnımıza ve şiddet hikayeleri anlatıyorduk. İlk yediği dayağında dudaklarının patladığını masal olarak anlatıyordu. Mor nehirlerden bahsediyordu, kırmızı gökyüzü ve zamandan, yeşil derin okların arasından fırlıyordu. Tüm ağaçların üstünden gökyüzünün maviliğinden kaçarken, bir anda kasıklarını ağaç dallarına veriyor. Ağaç dalları hep farklı, hepsi aynı anda kasığını parçalıyor, kasığındaki etler her yere fırlıyor ve tüm ağaçlar kendi aralarında rüzgarla konuşuyorlar. Yağmurun etkisiyle annemin kasığından bir parça denizi buluyor, kayalıklarda duruyor, ıslanıyor, köpürüyor ve kuruyor, ölmüyor hiçbir zaman, çünkü bir başkası geliyor, bir başka ağaç, bir başka denizle birleşiyor, olayları bakınca her şeyin döngüsel olduğunu düşünüyorum masalda, tekrar birleşecek diyorum, denizler kuruyor, ağaçlar yükseliyor, kasığından tekrar doğan annem, bir başkasından kaçmaya başlıyor, ışıklar açılmıyor ,masal bitmemesi için bildiğim duaları edeceğime söz veriyorum.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Hiç edemiyorum, zaman olmuyor, masal bitmiyor, eve biri giriyor, tüm kasıkları unutturuyor, ikimizi bir güzel mor denizde boğuyor, çocuk değilsin soyun diyor, annem ve benim kasığımı aynı anda parçalıyor, biz bunu istemiyoruz, gökyüzünü göremiyoruz, ışıklar kesildi. Hiçbir şey gelmiyor aklıma, kurtulmak için kendimden doğamıyorum, babam içimize boşalıyor ve gidiyor, kayboluyor gözden, uzun yıllar ağaçlar susuyor ve hep bir ağrıyla devam ediyorum, kardeşimi doğurmak istemiyorum. Bu yüzden haklısın diyor, sen haklısın diyor karnımdaki çocuk. Sen her şeyi hissedeceğini sanarak büyüdün, mor denizin, pembe geminin ve büyük bir dağın üzerinde duran dumanın hep amacını anladın ve haklıydın. Bağıramıyordum, ağzımın işlevi değiştirilmişti.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Kayalıklarda onları öldürmek için alagözlerimi kör edeceğimi söyledi pembe gemi. Ben ise onu görmediğim anlarda kasıklarımı kesiyordum, kayalıkları oyuyordum. Karanlığa benziyordum gitgide, her şeyi ben değiştirecektim. Kanatlar çizdim kayalıklara, ağlama dedim, kanatlar çiz, orospu gibi davranma kanatlarını çiz, babanı düşünerek orgazm ol, kanat çiz, anneni doğur, kanat çiz, bunlar sayesinde ayakta duracaksın, oyunlar yarat, kanat çiz, şarkılar kesintiye uğradığında her şey karanlığa dönüşüyordu, evler birbirine, insanlar birbirine benziyordu, kimse sevişirsen seviş, kimle uyursan uyu herkes aynı görünüyordu. Kayalıkları tırnaklarımla kazıdığım son on yıl boyunca bağırdım.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Eşitlik istiyorum. İnsanlığın ya da Tanrı'nın değil, eylemin eşitliği. Ben haklı olmak değil, mutlu olmak istiyorum. Kayalıklar dinlediler, denizin rengi erguvana döndü. Birileri benzedi kayalıklara, kanatlar çizdim, kopardıkça, kendimdeki iyi olma halini düşündüm. Doğuramadım, kimseye ait olamadıkça, kendime kızdım, kasığımı kayalıklarda ezdim, yok ettim, erguvan rengi kaçtı denizden. Saçlarından tuttum kayalıkların, her insanın yüzüyle bana fısıldadı, sen hiçbir zaman değişmeyeceksin, sen kardeşini doğurmadığın sürece değişmeyeceksin, sen karnında tuttuğun sürece öleceksin, kendini öldürmediğin her gün sen bağıracaksın. Kayalıklar kollarımı çiziyordu. - Durun sevgili okuyucu, bıçakla belimi keseceğim, çünkü on sene önce de bunu yapıyordum. Sinirlendiğim ve acı çektiğim zaman belimi kesiyordum, kağıtla denedim, yazdığım öykülerle fakat sonra canım yanmıyordu, tırtıklı bir ekmek bıçağı güzel gelebiliyor, insanın geçmişinde, pazar sabahlarında, ailelerin arasında, sevdiklerinizle ya da geçmişteki odalarda kokuyla uyandığınız ve yola çıktığınız, tatile gittiğiniz, kavgalar sonrasında birlikte yemek yediğiniz gecelerde, ben ne gördüysem onu yaptım, ben bıçaklarla belini kesen bir kadını sevdim, bıçaklarla ekmek kesen ve beni bekleyen bir kadını sevdim, annemi sevdim, ona aşıktım, onunla ve kayalıklarla olamayacaktım, kendi kızımı doğuracaktım, ona aşık olacaktım, onu da öldürecektim, herkesi öldürecek ve belimdeki güzel geçişli çizikleri hatırlayacaktım.Bana biraz zaman verin - Kayalıklarda parçalanmadı, ben de parçalanmadım, deniz hiç hareket etmedi, gemi de orada durdu, her şey sanki normalmiş gibi yaptık çünkü tüm insanlığın kasığı paramparça yağmur gibi kırmızılıktan aktı, onların arasında nasıl mutluydum, nasıl akıyordu, nasıl da koşuyordum, daha da aksın, daha da mutlu olayım istiyordum, arkadaşlarımın, sevdiklerimin kasıkları kanaya kanaya üstümden akıyordu, ayaklarımla basıyordum. Onlar artık mutluydular, bunlara ihtiyaç yoktu, bizim birbirimize ihtiyacımız yoktu dedikçe kayalıklar bir anda yok oldu, kimseye ihtiyacımız yok, dedikçe deniz kayboldu, pembe gemi ve ben, ağaçlar, masallar ve pazar gecelerindeki kimsesiz ailelerin şiddet uygulayan çocukları duruyorduk. - Belimi iki yerden kestim sevgili okuyucu, uzun zaman olmuştu,ilk önce tereddüt ettim, elimi yanan ateşin üzerine dokundurunca, o acıyla kestim, ondan sonrası ardı arkası geldi, bir kere yapmış olmak yine yapacağın anlamına gelmiyormuş, uzun zaman ve nedenler gerekirmiş, haklıydı, nedenler gerekliydi. - Sadece birbirimize baktık, artık yağmur dinmişti, kıpkırmızı olmuştum, enerjim ve mutluluğum yüzümden okunuyordu, artık eşitlenmiştik, kayalar yoktu, ağaçlar yoktu, tenimiz yoktu, sakladığımız ve anlatmadığımız hikayeler yoktu, hepsi vajina ve penis yağmuru arasında kana karıştı, üzerimde kuruyordu her şey, yaşam gibi. Şimdi her şey görünürdü ama hareket edemiyordum. Çünkü kayalık yoktu, yol ve ağaçlar yoktu, aradakilerin anlamı kaybolmuştu. Haklıydı üzerimdeki kan kurumak için, artık hiçbir şey eşit değildi ve her şeyin bağı koparılmıştı. Ağladım, - ben ağlamıyorum sevgili okuyucu - Ağladıkça denizler ortaya çıkıyordu, hatırladıkça ağaçlar, bahsettikçe masallar ve görünce kayalıklar... Pazar gününün mutlu aile Tanrı, Allah'ı ya da her ne derseniz de yaratılmaya zorunda kalıyordu. Her şey eşitlendi fırsatlar ve yaşamak için, - ışıklar kesildi sevgili okuyucu bir anda, mumlar var evde, küçük ve beyaz, hiçbir kokusu olmayan mumlar, onlardan yakmalıyım - yaşamak için kardeşimi doğurmam, annemi doğurmam, onları mutlu ederken hata yapmamam gerektiği de yaratılmıştı - içeri bir adam girdi sevgili okuyucu, biraz tartıştık, kalçama akan kanı gördü ve kanı diliyle tadına baktı ve şu anda zorluyor beni, biraz yakınlaşıyor ve istemiyorum, canımı yaktıkça, belimdeki kanın daha güzel aktığını fark ediyor, küfür edemiyorum, şarkı dinliyorum, sesimi yükseltmiyorum sevgili okuyucu, sevdiğim şarkıyı dinliyorum, kasığını içime sokuyor, hayır diyorum, şarkının son sözleri çok güzel, ay ışığında diyor, o da yaratılmış bu gece, devam etme diyorum, şarkıyı unutuyorum, sadece yerdeki üçebeş metre olan halıya dudaklarım değiyor - kanatlarım çıkıyor yine, haklısın diyorum, kanatlarım da haklı, eşitlik buydu diyorum, kapıyı çekiyor ve çıkıyor, şarkı bitti mi sevgili okuyucu, belimdeki kan peki? Bu gecenin masalındaki canavarı kapıyı çekti, gitti, şarkı da bitti, her hayalet, her canavar, her yaratık içi boş bir oda ve insan sevgili okuyucu, ne doldurduysam onunla yürüyordum, masalın sonunu yazıyorum şimdi, üstüme boşalmasından korkuyordum, iyi ki içim - Kayalıkların eşitliği üzerine bir ayrılık mektubu tekrar yazıldı.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">" Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ve seni kendim doğurmuş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum. "</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">"Ayrılmalıyız"</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">- Sevgili okuyucu, romanımın ilk cümlesini tırnak içine aldım, sırtımdaki tırnakların arasında da bir cümle var -</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Mektup sonlandı, şimdi kimi sevmeye inandırmışsak, her yabancıya anne, ve aile, arkadaş ya da dost, eş ya da sevgili ya da kimsesizlik gibi taktığımız sıfatların yükleriyle Tanrı'ya ya da inanmadığımız Tanrı'ya bir kayalık yarattık. Şimdi annem karşıda yine, ışıklar açık, soba üzerindeki çayın buharı penceredeki buğu, ilkokuldaki mevsimleri anlatan pano, hep küçük kalan kitaplar var, ben bir kadını dövüyorum hayallerimde, birini seviyorum, karanlık geliyor, içeri giriyor, kuşları öldürüyor, çayı döküyor, çocuk içime giriyor, bana fısıldıyor; kırmızı bir yağmur altında kanatların olsun mu, olsun, çünkü ben uçamazsam, çayı döker, herkesin gözlerine aynı bakarım ve gece gelen karanlığı reddederim, kayalıklar yaratır ve pembe gemiyi fark edemem, haklısın, yazdım pencere buğusuna, kapı açıldı ve annem yeni bir masal için evi havalandırdı, ağlamadım. - Ağlıyorum sevgili okuyucu, sırtımdaki kan kurudu -</span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-9451704491860420442019-04-09T15:42:00.001-07:002019-04-09T15:42:13.705-07:00Üç Yıldızlı Gece<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilRVSrPPzWAxceck7bO_KTXxxpKg6DpDcP7Wg-zETLUNwK0gTYb-mMhsCFPA_p58-PbK3PlytYUMVimYaqsk7r-c-SPyo0_oKRzy4v_EchvhQzL3vYVV6bZoC7ngM45TSEK1-cYoN9vA/s1600/Van_Gogh_Starry_Night_Drawing.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="513" data-original-width="686" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilRVSrPPzWAxceck7bO_KTXxxpKg6DpDcP7Wg-zETLUNwK0gTYb-mMhsCFPA_p58-PbK3PlytYUMVimYaqsk7r-c-SPyo0_oKRzy4v_EchvhQzL3vYVV6bZoC7ngM45TSEK1-cYoN9vA/s320/Van_Gogh_Starry_Night_Drawing.jpg" width="320" /></a></div>
Zaman bir başkasının anlatmasıyla geçer. Biliyorum kitaplarım hiç satılmayacak belki de yazılmayacak ama anlatılacak, yazılmayan ya da bu anları anlatmak kaçan biri için sadece bir sonsuzluğun bilgisizliğini övecekler. Ama ben bunu istemiyorum, bazı şeyleri isterken ki tutkum gibi unutuşlarım, neden unutuyordum, oyuncaklarımı da sayardım, onları unutur ve bir şeye dönüştürürdüm, nasıl da korku verdi bunu yazarken. Evet bir şeye dönüştürmezsem hemen kaybetmekten korkmuştum. İnsan çocukken büyüdüğündeki korkularını düşlüyor.<br />
<br />
Zaman bir başkasının anlatımıyla falan filan, bir şeylerden bahsettim. Şimdi bunları tekrarlamak istemiyorum çünkü gökyüzüne bakmadığımı fark ettim, şu anda ne yapıyordum, ona bakmamak için ne kutsal bir zırvaya inanıyordum da gökyüzündeki yeşilliği anlamlandırmıyordum.<br />
<br />
Bana anlatılan gökyüzüne bakıyorum. Sanatçıların, annelerin ve Tanrı'nın bahsettiği gökyüzüne bakıyorum. Bir şeyleri anımsıyorum, bir ev, içeriye doğru yürüdüğümde camların beni korkutucu şekilde izlediğini fark ediyordum. Küçüktüm bilirsin, hemen fark ediyorsun. İçeride herkesin sevmediği bir sarı renk hakimdi. Bunları anlatıyorum sanki düşünüyorsunuz, biliyorum herkes o anda ne hatırlarsa, buna zaman ya da olağandışı zaman diyoruz.<br />
<br />
Yine kaygılandım, bunları anlatırken, başka bir şeyle ilgilenmek istiyorum. Bu yansımalar ve sarı gölgeler işte, onlardan bahsediyorum. Sanıyorum ki; o odadan sonra uyuyorum. O odaya girdiğimde anılarımda bir uyku hali geliyor, orada bir giz de saklanmıyor, sadece yok gibi, daha önce anlatılmamış gibi, o yüzden hep bir unutma hali. Bunları o odayı anlattığımda fark ediyorum. Bunun için kendimi zamanda bekletiyorum, nefesimi tutuyorum, duruyorum, ve bunu anlatmak için nelerden vazgeçtiğimi düşünüyorum. Anlatacağım hikayedeki mızıka sesini hatırlıyorum. Gecede, üç yıldız vardı ve o kadar yakındılar ki, zaman onları korkuturdu, onlar da orada durmayı beklemeyi, zamanı dışından algılamayı. Konuşacaktım, o sesi de bir zaman anlatacaktım. Ama oyuncaklarım yetmedi, birbirine benzemekten yoruldular sanki, bir salyangoz gözlerimizde sıkışsak da, o andan piyano sesleri değişecek, bunları düzenlemek de zor olacak, her şey gibi bir şeyler devamlı zor olacak. Ölmek istiyorum, neden bilmiyorum, nerede ya da kim tarafından neden bir anlam üretmek için yaşıyordum. Bunlardan kaçıyordum. Moira bir kaçma durumudur. İtalyan Ruhban sınıfında Moire, bir başkasının inanmadığı fakat devamlı olmak isteyen bir dua gibi. Dualar da unutuştur, bunu unutma. Gece unutkan oluyorum, sabah da bazen hatırlamak için bir başkasını izliyorum. Yürüyorum, rüya da görüyorum, bazen başkasının yerine bile seviştim onlarla. Onlar benim unutmamı sağlıyor, devamlı geceden de eski bir günde, benden hepsi alınmak istendi. Bunları nasıl bir şeyle yaratmıştım, bilmiyorum ama her cennet o sarı gölgeli oda olacak, biz sadece geçtiğimiz şeye cennet diyeceğiz, piyano Tanrı'yı yarattı, onu ararken yarattı kendini tekrar tekrar.<br />
<br />
Üzülüyorum, anlatmak istedikçe birini hatırlıyorum, gidiyor, her şey gölgeli sarı odadan çıktığımda, üç zamanın karnavalına takılmış yıldız, onları unutmak için sanatçıları öldürdüm, Tanrı'yı öldürdüm, annemi öldürdüm, belki dündü, bilmiyorum. Şimdi sözlerimde bir tablo, üç yıldızlı gece, geceye bahsetme yoksa özlemeye başlıyoruz. Kapatacağım sanırım, herkes uyudu sonuçta, ne anlatsam salyangoz gibi dolanıp, kısacak gözlerini, düşmemek için, yazmıyorum.<br />
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-8937722177645337252019-02-27T13:59:00.001-08:002019-02-27T13:59:58.524-08:00Boşluğun Masalı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-xU6-BE4lMy3pYVyuixWXzw_uOol-6i-mQbdJzWyTaE7NSaMMC8oX0dhesQvCvYScvIuWKjvVo31AqlPx-7ZSxx78ST0RVhfn-uRsg_aIbUNTtWL-hAgrQxR5wyeuTpCsmuZPYT56GA/s1600/freddie-collins-309833-unsplash.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1067" data-original-width="1600" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-xU6-BE4lMy3pYVyuixWXzw_uOol-6i-mQbdJzWyTaE7NSaMMC8oX0dhesQvCvYScvIuWKjvVo31AqlPx-7ZSxx78ST0RVhfn-uRsg_aIbUNTtWL-hAgrQxR5wyeuTpCsmuZPYT56GA/s320/freddie-collins-309833-unsplash.jpg" width="320" /></a></div>
<div style="text-align: right;">
<i>"Uzun bir ot çekişin ardından bazen insanlar bardağa balıklama dalabilirmiş ve bardak size boşluğun masalını alatırmış" </i></div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: right;">
Doğmamış tüm çocukların gülüşüne benzeyen kadın</div>
<div style="text-align: right;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Boşlukta saklanırken bir anda birbirine çarparmış insan. Hepsi birbirinin gözlerindeki kirpikleri fark eder ama alamazmış, kirpikler koparılmadıkça o kişiye aitmiş. O anda da kimse kimse için koparmamış ve baharın gelişi kimselere göre gecikmiş. Şimdi bekleyişlerde sadece şu masal anlatılırmış. Bir nefes aldıktan sonra başım biraz döner ve sadece gökyüzünde Oi va voi - Tatar Love Song şarkısı yayılırmış. Keman sesiyle masal hep sarılırmış gibi başlarmış.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Bir zaman bir kadın karlara yakın dağların arasında oturduğu zamanlardan pek sonra, boşlukta kendini bulmuş ve duvarlar yükselmeye başlamış, yükseldikçe çocukluk ve kıyafetler hep daha da masumlaşırmış. Duvarda her masal gibi bir zaman sonra duraksarmış, işte o sırada insanların sesleri yavaş yavaş kaybolmuş. Onlar sessizliği yarattıkça, duvar daha da insana benzermiş. Duvarın üstünde duran ve ayaklarını sallarken gülümseyen ve gözlerini aşağıya düşüren kadın, arkasındaki zamana bir türlü bakmaktan korkmuştu. Duvarın altındakiler ise kadına yetişmek için duvara tırmansalar da sıcak bir balın etkisiyle sakinleşir ve duvardan vazgeçerlermiş. Yine yılmayanlar ve kadına sahip olmak için birbirine yardım eden insanlar duvarlardan bir İspanyol şarkılarıyla düşermiş ve tekrar insanları soluksuz bırakırmış. Kadın ve duvar aslında her zaman yanyanaymış. İkinci nefesimden sonra masala devam edeceğim.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Duvar yükselmeye devam ettikçe her şey kararmaya başlamış. Ses yükselmiş ve tüm herkesin ayaklarını daha sert vuracak bir müzikle her şeyi unutmuşlar, duvarı ya da kadını,kadının ayakları ya da göğsünde mutlaka ben olması gereken kadını, korkuyor gibiydim bu masalı anlatmaya ama bilirsiniz yazsam da masallar sadece tılsımını anlatıldığında varırmış. Duvarın rüzgarı diye bir söz vardır boşluktakilerde. Bu rüzgar insanın içinden geçermiş, dokunmaz ya da hissetmek yerine o olmak zorunda kalırmışsınız. O rüzgar kadının içinden defalarca geçmişti, o sadece sırtını dönmedi. Bunu tekrar anlatmak istiyorum, daha bu kadına roman yazılmadı. </div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Üçüncü nefesimde masalı bitireceğim diye umuyordum. Duvara tırmananlar, duvarda yardımlaşanlar ya da duvarından vazgeçenler, hepsi artık yorulmuştu, kadın yükseldikçe umutlar da duvarlar kadar inandırıcı oluyordu. Ben inandırıcı ya da gerçek kelimelerini kullandıkça, bir şeyleri saklarmışım gibi geliyor. Saklananları ben görmüştüm, ben saklamıştım başkasına ait olanan saklananları, rüzgarları ya da duvarın üstündeki kadının üstündeki ve ayak bileğindeki çizikleri, boynunda portallar saklayan ve bunları sadece kendi için yok eden kadından her şey vazgeçmişti. Biz felsefede buna ne deriz ya da hangi romanda bu durumla karşılaşırız bilemiyorum. Ben yine de bu zamanda kendi zamanını yok edenlerden biriydim, masalı yazıyordum bir dakika, anlatmayacaktım, sadece bahsedecektim, şimdi ben bu ahlak kavramları neden bir keman sesine değişebilirdim. Kadın sadece gözlerindeki gece yarısından aya bakan renklerde olduğunu anlatmam gerekecekti, evet kadın sadece gözlerindeki masalı saklayan bir eksiklikte, sadece boşluğa bir sesler bıraktı. Seslerin arasından bulutlar ve çocuklar atladı, anneler ölmek için defalarca denedi bu seslerin arasında, bir uçak geldi ve kondu dizlerine, dizleri neye benziyordu bilemiyordum, bilirsem öykü yazacaktım.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Son bir nefesten sonra bitireceğimi umuyorum masalı. Çünkü neyse, bahsetmiştim, hiçbir zaman tamamlanmayı bekleyecekti. Uçağı ellerinin arasına aldı ve duvarın rüzgarıyla, kağıttan uçak okunacak halde sunuldu. Biraz baktı ve bir cümle kurdu, ben hatırlamıyorum o cümleleri, kurdu ve kağıttakiler anlatıldı. Okundukça duvar alçaldı, okundukça duvar daha da rüzgarına boğuldu ve artık kadın ve duvar adına sadece yürümek kalmıştı. Masalı basitleştirseydim uyurdunuz.</div>
<div style="text-align: left;">
<br /></div>
<div style="text-align: left;">
Nefes sadece kendime aitti. Kadın yürümeye başladı, sen mi yazdın diye sordu ve dokundu. O kişi evet dedikten sonra her şey ay ışığının gölgesine dönüştü, bir diğerine sen misin dedi, gözlerinden sadece karahindiba yayılan her yana baharı fısıldadı. Sen misin diye seslendi ve karşısındaki Dostoyevski - Budala adlı romanın sayfalarına dönüşüp, karıştı toprağa, kadın denedikçe herkes mutluluk getiriyordu insanlığa. Peki, sen misin, hayır diyemezdi kimse, evet dedikçe sular yayıldı, dünyada düşünce ışık kadar etkileyici geldi, sen misin, evet ya sen , evet , sen misin, evet, yazan, sen işte her şey böyle bir nehrin içinde Lethe ile dans ederken gezegenlerin hangisi olduğuna unutulmuşluklar karar verecekti. Evet ben yazdım demedikçe her şey kadına merak kazandıracaktı. Ve pek çok insan, duvar gibi kendi varoluşuna hayran kaldı. Dokundu, evet diyebildi masaldaki, evet, kadın yürüdü geçti ve dönüşmedi, hiçbir şey ona arkaya dönmenin ağırlığı vermemeliydi. Dönünce, duvara doğru yürüyen biri vardı. Yürüdü, duvara oturdular, duvar yükseldi yine, uçaklar ve kağıtlar artık arasında bir ölüm taşıyordu. Duvarda durdular, ışıklar ve insanlar daha anlaşılabilirdi, bir taraf dönülmeyen, diğer taraf ise inanılmak istenendi ve arasında dans edebildiler, o anda kimse bir şey demedi. Varlığın yüzünün güzelliğini asırlardır bekledi, dedi. Sadece derin bir kemanın geyikli geceyi yarması gibiydi. Suskunluk, sadece anlamaya niyet edilen bir suskunluk. Masal için fazla sessizlik yazdım yine. Dans bitince, peki ya öğreteceğin dua neydi, kaç ölü çocuktan duymuştun, bunları anlatacak mısın? İlk soru cümleydi ve kadın artık merak etmeye teslim olmuştu. Dans ona bir operada gülümsüyor ve ışık sevdiği mor rengine dönüştüğünü görüyordu. Ve cümleler dökülmeye başladı, dualar her çocuğun varlığını hissettiğindeki acıyla doluydu. Duvardan düşebilmek masalı bitirecekti. Dans bitince, selamladılar ve cümlesinin sonunu dinlemek için sese ihtiyaçları vardı. Çünkü anlatıyor olsaydım, bir bardağın içinde olmayı seçerdim. Kadın arkasını döndü ilk defa, tüm bırakılmışlıkları gülümseyerek, birlikte ağlayalım mı dedi, kadın. Şimdi biraz üşümek için masalın anlatılmayan köşesine geçtiler, Alice harikalar diyarı'nda her şey tebessümü kadar harikaydı, masal aslında durdurmayı seçemediğimiz anlarda anlatılacaktı. Şimdi, gözlüğümü temizlemeli ve dişlerimi kanatmalıyım. Annelerimiz kadar şüpheciyiz yine bu gece. Anlatılacak ne kaçışlar vardı. </div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-79750462051990466902019-02-22T14:07:00.002-08:002019-02-22T14:07:12.555-08:00Ay Işığında Bipolar<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh49qmHv_H1RwTd5NT8RkC4oT7f6ry8iSGJ5HzW8oGwH4k8j5Y-HI2hEXt_f1Ecu9yktLmZJgob1K4xGmSIU2mg0C9z9Faa3LWZeNunZx1CxYeXETPudgKp5jOEmf-d9bvMdP3TqI_LoQ/s1600/lukas-muller-383629-unsplash.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1067" data-original-width="1600" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh49qmHv_H1RwTd5NT8RkC4oT7f6ry8iSGJ5HzW8oGwH4k8j5Y-HI2hEXt_f1Ecu9yktLmZJgob1K4xGmSIU2mg0C9z9Faa3LWZeNunZx1CxYeXETPudgKp5jOEmf-d9bvMdP3TqI_LoQ/s400/lukas-muller-383629-unsplash.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Eski Yunan'dan beri kime mektup yazsam kendini öldürüyordu. Biri sevişirken kendini astı, bir diğeri ise bekaretini namusuyla diktirdi, yaşam kısa saçlıların intikamıyla sürüp gidiyordu. Mektupları hep erteledim, kendime ya da doğmamış bir kadının kızına, belki de yaşamımızın en değişik deneyimi olan anlatmaya çalışma çabasıyla Tanrı'ya. Onunla konuştuğum zaman gerçekten iyi hissediyordum. Biliyordum, yoktu, tıpkı babasız evlerde büyüyen bizler gibi ama yine de o evin var olmasını istemek, bir keman sesinin en tiz anında içimizi rahatlatması gibi. Ya da büyük göğüslerimizi saklamak için giysilere sarmalanmamız gibi. Mektup yazacaktım, kim ölürse ölsün dedim içimden. Ben kendimi iyi hissetmedikçe, dünya bana baharlar ve yazların sıcaklığını getiriyordu. Ben soğuk zamanlarda doğmuştum ve ölmeden önce hiçbir güzel söz yazamayacaktım. Bunları fark ediyordum ve soğuk bir asansörün en tepesinde tüm şehri izliyordum. Bir Van Gogh değildim, gece yıldızlı değildi, her şey ay ışığı altında geçiyordu. Büyük bir retro vardı, tüm her şeyi buna bağlayarak kendimizi delirtiyorduk. Sözü uzatmayacağım, yalnızdım. Kendimi kimle olursa olsun yalnız hissetmiştim, anne karnında beri ya da babaların ilk tokatı ya da aldatılmaların yakalanmasındaki morfin etkisi gibiydi. Bilinçli bir Salinger okuruysanız kimseyi acı vermek için aldatmazsınız. Parmaklarım ağrıyor, yazmak istemiyorum hiçbir şey ama gökyüzünü ve ışıklardan önce anlatmam gereken bir şey vardı. Yanıma gelmen için üç kere neyden bahsetmeliydim bilmiyorum. Her şeyi yok edecektim ama bunu tek başıma yapamıyordum. Bir masal anlatacak olsaydım hemen sen aklıma geliyordun, sana savaş alanlarını anlattığımdaki heyecanını görebilmek için. Yürüdüm, rüzgarlı tepeler arasında içki içmesem bile bir sigara içebilirdim sana anlatmak adına, bir masal gibi girsem de bir mektup gibi sana hitap etse de aslında her şey benim adıma, bir anlam arayışıydı, hiçbir zaman dışarıda dans edip, öpüşmedim. Bunları oyun oynayarak yapabilirdim. Bir oyun oynasak mı dedim ve sen geri geldin, insan bipolar olunca pek yalnız kalamıyor.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Uzun zamandır uyumamıştım, gözlerimdeki kırmızılıkların insan olduğumdan ve damarla çevrili olduğundan dolayı olmasını diliyordum. Sen hemen gözlerini yine büyük büyük açtın ve dinlemek için bir sigara yaktın, ellerinin bedenini göre iriliği aynıydı, arkadan seni izlemek bir palyaçoya bakmak gibiydi, bunları siyah beyaz bir fotoğraftan aldığım karelerden de anlatabilirdim. Oyun oynasak da sana anlatmam gerekenleri bir masal olarak başlayacağım. </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Antik Yunan'dan beri her şeyi yok eden Herostratos'un ruhunu taşıyordum. Kutsallıkların gerçek olabileceğini düşünmüyordum. Hiçbir aşk, hiçbir sevgi uzun süre bende yaşamayacaktı, kendi çocuğumu öldürecek kadar sevebilirdim. Kaç ki, yaşam seni bir şeye benzetmesin, her işten ya da zamandan kaçabilirdim fakat oyunlardan asla, benim zamanı unutmam için oyun oynamam gerekiyordu. Bunu bir ara başarmıştım, sonra bipolar olduğumu ve lityum kullanmam gerektiğini öğrendim, tüm bu enerjimin aslında herkesi üzdüğünü fark edememiştim. Senin hayalin vardı ve sen gerçekten, insanların hem hayali hem de gerçekleri yaşar, ben ise herkesin hayaliyle daha iyi zaman geçirdiğimi fark ediyordum. Geçen de metroda karşılaştığım kadını sana anlatmak istiyorum, kadın sadece gülüyordu, uzun uzun gülüyor ve donuk bakışları altında hiçbir yere gitmiyordu. Bu bana neden çekici gelmişti bilmiyorum. Sen de belki de böylesindir, neden, nasıl, kimden gidilirdi ki, herkese karşı bir şarkı yazabilirdin belki de ama kendi içindeki akvaryumda hep boğulmak için bir balık oluyorduk. </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Seninle oturduk, ne oldu diye sormadan önce bir bankta dizlerine yatıp, sadece insan olduğum için benimle konuşmanı istebilirdim. Sadece sana anlatabilirdim, her bağ bir yok oluş yaratır diye bağırabilirdim, hiçbir bağ olmadan, bir bilgisayar ekranı gibi olabilseydik ya da telefondaki tanımsız numaralardan ve önemsenmeyen ama arandığında kim ki bu, diyebildiğimiz bir şey olsaydı. Bak ben her şeyimi nereye sakladığımı bilemiyordum. Bir var bir yoksa her şey eşit demektir, herkes bir zaman vardır ama bir zaman da yok olması gerekir, bunu biz öğrenmiştik, bipolarım diye tüm kelebeklerin ölmediğini gece düşündüm, bir penreceden çıkamıyorum, sevgi dediğimiz şeyin de öldürme kuvveti olduğunu susarak anlıyordum. Annem ve her kadın kadar, babam ve her erkek kadar, her şey kadar eşit olmak zorunda değildik. Dizlerinden dolayı her şeyi yarım görüyordum, kimse nasıl mektup yazılır da bilmiyordum. Bak diye söze girdim, olayları sana sıralamak isterdim. Sen de arkasından sadece gülecek olmanı ya da gözlerin dolunca biraz yürüyüp, asansörden aşağıya, sessizlikle beklemek isterdim. Zamanı yok etmek için farklı zamanda orada farklı bir eylem gerçekleştir diyor eski yazarlardan biri. Ben gökyüzünden tüm şehre bakıyordum, kanatlarımı unuttum, çocuklarımı unuttum, yazılarımı ya da kimi ay ışığında unuttuysam hepsi döngüsüyle yok etti beni. Ölmemek için amaçlar buldum, her şeyden geçebilmek adına geceleri sadece sustum, her şeye karşı susunca sadece susmanın beni öldürdüğünü ve değiştirdiğini gördüm, her şeyi yakıp yıkmak istiyordu Herostratos'um. Şimdi sana mektubumda söylediğim sözü söyleyeceğim, varlığın yüzünün güzelliğini asırlardır bekledi Tatyana. Tatyana da öldü, bir kitabı vererek yok ettim onu. Düşünsene zaman geçirdiğin her şeyden bu kadar çabuk vazgeçebilsek, sen salıncağa binmeyeli ne kadar zaman oldu? </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Yıldızlar göründüğünde kaybolduğunu ve sende gözlerinden damlalarla bir başka gökyüzünün altında yaşadığını biliyorum. Gözlerine uzun uzun bakabilseydim anlatacaktım sana, bir roman kahramanıyla insan nasıl karşılaşır diye, belki de herkes kitap yazacak kadar yazar ya da ressam olmalıydı Van Gogh'u ya da Klimt'i, Schiele'i unutacak. Korkuyordum, hep aynı şeylere muhtaç kalmaktan. Kendimi öldürebilseydim mektup yazamayacaktım. Böyle şeylerle ben kendimi korumaya çalışıyordum, ölmemek adına yeni yok edeceğim umutlara karşı Bipolarca yakınlaşıyordum. Aslında her şeyin çirkinliği altında bir şarkı çalabilirdim. Oyun oynayalım, haydi kim bulutların olmadığı bir gökyüzünde daha iyi bir tablo ismi bulabilirdi. Sanılandan daha hızlı olabilirdi oyun, Işıklardan Düşen Engizisyon, Batı Yakasının Örümceği, Geyikli Gecenin Üzgün Kadını, Lenea'nın Güzel Tebessümü ya da daha kötü bir çeviri ile Sessizlik Üzerine Geç Montaigne gibi daha anlamsız şeyler uydurabilirdim. Konuşacak ne çok şey buluyor hasta olanlar ya da ölmemeye çabalayanlar. Tanrı'ya şirk koşabilirdik sahil yolunda, biraz nefes nefese kalırdık, seksten başka her nefes nefese kalmanın aptallığını konuşabilirdik. Üzgünlük geliyor aklıma, mektubumun bir sonu olmayacağını biliyorum, çünkü bu oyunda kendimi yaşamda tutmak için daha fazla oynamalıydım. Gidecek gibiyim, annem intihar etmediği için tüm bu acılar aslında, kimseyi de suçlayamıyordum, kaçamıyordum ve sana anlatacak ne kaldı bilemiyordum. Sen mektup yazamazsın ellerin yok, Kant'ın elleri yok, Nietzsche'nin bıyığı yok, her şeyin göründüğü gibi olmadığını bildiğimiz bir dünya yok. Antik Yunan'da demiştim; Synospea adındaki kadın kime mektup yazsa o yok olurmuş, Zeus onun mektuplarını yazarların yaşamlarına aktarmış, biri Kafka olmuş biri Anais Nin biri Tezer Özlü oluşmuş, her yazar bir yüzyıl sonrasının insanlarını yaratmış. Şimdi ben de seni bir sonraki yüzyılda sevecek, aşık olacak ya da senin gibi gülecek birine yazıyorum. Ben parkta sana anlatacağım yoksa televizyondaki siyah beyaz ışıkların, bir maviliği öldürdüğünü hiçbir zaman anlayamazsın.Virginia Woolf olsaydım, taşlarla nehirde boğulmadan önce salıncakta sallanırdım. Her kalça için uygun salıncak vardı çünkü kimse sığmayacağı bir dünyada var olamamıştı.</span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-16288542310761528792018-09-30T14:40:00.001-07:002018-09-30T14:41:06.422-07:00Hoşça Kal Cecilia<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCEtGu9indH9azHs0k7Cq0wU1CxDpo2Cg4GaT71ufyLJ-axeQzVwT5uIUklGGFepwIRk62GdVdAtmQ4ijqwzIQFOJZ-Gbt0ummvR_yjHBsnKOFHX1PQ_FQmFSsgaKogtU_cMEchMXW4Q/s1600/IMG_4500.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1202" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiCEtGu9indH9azHs0k7Cq0wU1CxDpo2Cg4GaT71ufyLJ-axeQzVwT5uIUklGGFepwIRk62GdVdAtmQ4ijqwzIQFOJZ-Gbt0ummvR_yjHBsnKOFHX1PQ_FQmFSsgaKogtU_cMEchMXW4Q/s320/IMG_4500.JPG" width="240" /></span></a></div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i>"</i><span style="background-color: white; color: #777777; font-size: 15px; text-align: justify;"><i>Söylemiştim ya, en çok seni Birinci Dünya Savaşı'nda sevdim diye. Seninle öpüşmediğimiz tek yüzyıldı o. Ölüm esnasında kanlarından arasından dudaklarıma dokunduğun ve üst dudağımı da dilinle sevdikten sonra tüm zamanı sana bırakarak ve senden anlamsızca intikam alır gibi yalnız kalabilmiştim. Unutma her zaman senden önce ben öldüm. Bu yüzden sana 21. yüzyılda nerede olduğumu ya da nasıl öleceğimi, son mektubumda yazacağım."</i></span></span><br />
<span style="background-color: white; color: #777777; font-size: 15px; text-align: justify;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i>(</i>2. Öyküden alıntıdır.)</span></span><br />
<span style="background-color: white; color: #777777; font-size: 15px; text-align: justify;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span>
<br />
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;">21. yüzyılda her şey kartopundan çığa dönüştüğü zamanlardı. Ben en çok seni izlerken yaralanıyordum. Zaman nasıl geçti bilemiyorum. Pek çok kadında seni aradığımı biliyordum. Sen neye nasıl benzerdin bilmesem de, en çok seni "Ay ışığında" şarkısında bulabiliyordum. Yaylılardan akan sesler hep bir kadının ağlamasını hatırlatırdı. Bu yüzyılda nasıl tanışmıştık. Bu yüzyılda insanlar herkesten daha kolay, tanışır ve birbirlerini severdi fakat en çok da bu zamanlarda susar ve saklarlardı. Tanrı bile bu yüzyılda bağdaş kurup izliyordu sadece. Ben de, Muhammed'ini izleyen Tanrı gibi seni izledim.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;">Cecilia, çok yaşlandığımı hissediyordum. Sen varken bir aralık her şeyin güzel olacağını ve sana bakarken, zamanın herkesten daha hızlı ya da yavaş akacağını umursamadan, sadece en güzel anıların sana bakmaktan geçeceğini sanıyordum. Seninle kaç yüzyıl sevgiliydik, ne kadar zaman sonra birbirimizi sevdik, bunların hiçbiri, bir edebi metin yaratamayacak da olsa, anlatmak istiyordum. Sen bu yüzyılda çok güzeldin, öncekiler gibi değildin, bir yüzyıl ben kadın diğer yüzyıl sen oluyordun. Boyun benimkinden kısaydı ve gözlerin Medusa'nın gözlerinden daha yeşildi. Ben sana bakarken taşlaşmayı aşk sanıyordum. Seninle yürüdük, yağmur altında zaman geçirdik, hiç sevişmedik seninle. sen nasıl tebessüm edersin çok gördüm, şarkıları nasıl dinler ya da sıkıldığında uzaklara nasıl dalarsın, sakinliğine nasıl kedi seversin ve sarılırsın bunların hepsini bildim. Ben seni pek çok insanla paylaşabildim, çünkü ben hep bir başkasından başladım sevmeye. Bir önceki yüzyılda senin ölümünü izledim, bu sefer ben senden önce zamanı yok saymak istiyordum. Tüm bıçakları, aileleri, zamanları, gözlerinin içinde büyüyen karanlığa kadar her şeyi ben alıp gitmek istiyordum. Seni içten içe yok etmek istiyordum. Bu yüzyılda her şeyden uzak yaşayamıyorduk. Sevgililerinle, sevgilerle, evlilerle, boşanmışlar ve ağlayanlarla, mezarlar ve ölülerle birbirimizi sevebiliyorduk. Ben bir zaman aralığında artık kalbimdeki ölümü, kalbimdeki aşkı daha fazla yaşayamıyordum. İnsanlarla seviştim, kendimle seviştim, kitaplarla, anneler ve çocuklarıyla, muhafazakarla, öldürülmüşlerle, tecavüze uğramışlarla seviştim. Ay ışığında seviştim. Ölüm gibiydi aşk, hep bir boşluk doldurma haliydi. Sendeki boşluklar hiçbir yüzyıl bu kadar acınası hissetmemiştim. Bu sefer erken kabul etmiştim, ben seni herkesten beklemiştim. Bu sefer Milena değil bendim. Hem Kafka hem Milena'ydım, hem Kierkegaard hem Regina'ydım, bir çıkmazdaydım. Kendimin böceğiydim, kendimin aşkıydım bu yüzyılda. Aslında sen ve ben aynı kişiydik, damladığımızda dağıldık, bu sefer dağılmayı sevebildik Cecilia. Ben bu mektubumda sadece sana ölmeye nasıl karar verdiğimi anlatmak istedim. Ben senin varlığını taşıyacak, senin sevgini hissedecek bir kalbe sahip değildim. Ben hep sevdiklerimi öldürüyordum, acı çektirdiğim herkese aşıktım. Ben uzak kaldıklarımı bir kağıttan uçak yapmıştım. Annemi ilk öldürmek istediğimde her güzelliğin sahibi olamayacağımı da anlamıştım. Ah anneme benzer kadınları öldürme isteğimde yok oldum. Bu dünyada Orestes olabilmeyi Antik Yunan'dan çalmıştım. Seni bir başkasıyla hayal ederek sevebildim. Sen hep bu yüzyılda bir başka sevgiye bürünmüştün. Seni rüzgarlı havalarda içime saklayabilecektim. Artık nasıl ölmem gerektiğini sana açıklayacağım.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;">Bu yüzyılda farklı şehirlerde değildik, savaşmadık, sadece aynı bankta oturabilmiştik. Sen ve ben oturduğumuzda yağmur da yağmadı, sadece çocuksu bir gülüşle o anda öldüğümü kimse fark etmemişti. Ben öldüğümde her şeyden uzaklaşırım, hayaletleri tanırım, hayaletlerle, ölülerle seviştiğimden bilirdim evde büyürken nasıl acı çekmemeyi. Sen hep acılarınla, saçlarını sahilde toplarken görebiliyordum. Bir fotoğrafa uzun uzun baktığımda tüm dünyayı yok edecek gözlere sahip olduğunu anladım ve öldürmen için insanlarla olmanı diledim. Tanrı ile aramdaki ilişki başkalarının iyiliği ve mutluluğu olduğu için hep söz dinlemişti. Şimdi dolaptan su alıp içmek yerine, midem öldürdüğüm her şeyin, sarılmaların, isimlerin ve tanımladığım boşlukların anlamlarını döküyorum. İşte öldürüyorum. O gece, bir gece, o gece hani bir gece, bağdaş kuramadığım o gece, seni hiç öpemediğim o gece, bir gece ama o gece bir başkasının gecesi olduğu gece, seni hiç öpemediğim ama seni nasıl öpeceğimi kurguladığım gece, aslında gece ve sabaha karşı hep tebessüm ettiğin ve bir başkasını öpme hayali kurduğum gece, sıradan ama bir gece işte, o gece ölümüm için seslendim varolanlara. Beni öpebilmen için sana acılarımı gösterdim, yüzyılımı tanıttım ve sen öpmek için sadece bir geceyarısını değil, bir başka yüzyılı bekledin ve dedim, bu beni öldürecek Cecilia, ben o gece beni öpmediğin için sana yazı yazacaktım, sana bir roman yazacaktım, romanı Cecilia adına yazacaktım ve diyecetim, bir gece sen bir bıçak ile bölemediğin zamanı, bir gecede bir gece, bir gecede benim dudaklarımı kesmeme sebep olmuştun. Ben sana sarıldığımda tüm dünyada öteki olmuş çocuklara sarılır gibi sarılıyordum. O gece üstünü örttün, inanabiliyor musun, üstünü örtmüştün, sıcaklamış ya da bedenini korumak adına, hasta olmamak, tüm her şeye karşı korunaklı olmak adına, o gece, işte o gece her yerini sarmalamıştın. O gece karar vermiştim, ay ışığı eğer pencereden içeri girecekse, bana yansıyan her yerimi kurban edecektim. Pencereden geçen tüm ışıklar arabalara aitti, hepsi gelip geçti ve hiçbir yerimi kurban edemeden geceyi işte o geceyi sonlandırdım. Sabah birlikte yürümüştük, inanabiliyor musun, yanımda yürümüştün Cecilia, ben ise kolumdaki imza ile zamana itaat etmiştim. Sonraki gece, annemden izin aldım, izin verdi, cidden dayanamıyorsan dedi.</span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;"><br /></span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh74h69l6QjM_sA8wfaLRGLcpSEefSw-zzWJQmiXqjqyL7FJ0FL7oH-JgE_JhWVSRFpmYuoZHQjhUirfEIzSj9kYDoS_orbCDBInxnWCN7rlL43C7Sht8WORIDrwfWaAOtK9A_nNQ-IUw/s1600/IMG_4501.JPG" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><img border="0" data-original-height="1300" data-original-width="1201" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh74h69l6QjM_sA8wfaLRGLcpSEefSw-zzWJQmiXqjqyL7FJ0FL7oH-JgE_JhWVSRFpmYuoZHQjhUirfEIzSj9kYDoS_orbCDBInxnWCN7rlL43C7Sht8WORIDrwfWaAOtK9A_nNQ-IUw/s320/IMG_4501.JPG" width="295" /></span></a></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white; font-size: 15px;"><br /></span></span></div>
<div style="text-align: justify;">
<span style="color: #777777; font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: white;"><span style="font-size: 15px;">İşte o geceyi anlattım, beni öpmenin aklından geçmediği geceyi, annem sadece " Seni fark etseymiş, sana dondurma alırdı" diyebilmişti. Dondurma her şeyin mutluluğu olabilirdi, boğazları, kalpleri, zamanı korumadan, her şeyi sadece görebildiğimizden ötesinde fark ederek, kapıdaki işlevsiz ama güzel duran tokmak kadar güçlü durmak istemiyordum artık. O gece bir dondurma aldım, içinde mavi rengi güzelce sürülmüş, arkasından anneme hoşça kal dedim, o an ise eğer kurtulursan taze fasulye ve pilav yaptım,dedi, canın çekerse gel diyebilmişti. Ben kurtulmak istemediğimi ona söylemedim, yemeği içten içe sıcak tutsun istedim. Her şeyi kapattım, televizyon, mobil interneti, modemi, elektrik ve suyu kapattım, gözlüklerimi çıkardım ve senden kalan bir fotoğrafı gözlüğümü karşısına koydum, bileklerimi babamın beni yeni doğmuşken kucağına aldığı fotoğrafın kenarıyla kesebildim. Dondurmayı kesiğimin üzerine bastırdım. Bu yüzyılda her şey farklı olunca anlam kazanıyordu. Ben farklı olduğumu o gece işte o gece fark etmiştim. Çünkü sevdiğim herkes koltukta oturmayı severdi ben ise tüm oyunlarımı yerde oynamıştım. Aramızdaki yüzyıl farkı değildi, aramızdaki aşk değildi, aramızdaki ben olma durumu değildi. Ben oyun arkadaşı ve edebi bir karakter olacağımı sanarak, seni her yüzyılda sevmiştim. Ben edebi olamayacak kadar çirkin ve kötü bir yazardım,sen ise şu anda notlarına bakarken, sana mektubumu yorgunlukla bırakıyorum. En çok boynundan öpmeyi istedim, çünkü benimle sevişseydin Salome gibi hissedecektim. Kalbim bu yüzyılda sadece güvercinleri sevebildi çünkü vapurda sadece onları izlerken bana aşık gibi bakmıştın, hoşça kal Cecilia, çünkü en çok senden kaçmak için senin bakmadığın zamanlarda sana bakabilmiştim. Sen bir uçaksın ve ben de bu uçakla içimi değil, oyunumu uzaklara girerek bitiriyorum, Kafka da bıçaklarını makinaya sıralasın artık. Seni seviyor olmaktan utanarak ve ilahi bir güçle ölmek istiyorum. Tanrı'nın Japon balıklarına verdiği donukla üşüyorum. Sen bu geceden sonra istediğin kadar üstünü örtebilirsin.</span></span></span></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-74074188520761448902018-07-26T11:37:00.002-07:002018-07-26T11:37:56.408-07:00Bay Regl - I<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivKCra6hZu8XDsjLYALcYi2By2yxsKCS_gvKhn1_btrufFmWqC5nqfC1OrCD7WRzpe6UfcnMVWfZAksemCPEcT8_4W3n-tKcECCWbh923p9Xpwn4EQVrL_O3543Q_hccbNThHdKqhthg/s1600/LZ2-min.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEivKCra6hZu8XDsjLYALcYi2By2yxsKCS_gvKhn1_btrufFmWqC5nqfC1OrCD7WRzpe6UfcnMVWfZAksemCPEcT8_4W3n-tKcECCWbh923p9Xpwn4EQVrL_O3543Q_hccbNThHdKqhthg/s400/LZ2-min.jpg" width="400" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;"><o:p><span style="font-family: inherit;"> </span></o:p></span></b><b style="font-family: inherit;"><i><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;">Yaratılış </span></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;">
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
" Salıncaklar her çocuğun en sevimli katilidir. "<span class="apple-converted-space"> </span></span><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Tanrı'nın gece karanlığından korktuğunu bir kitapta okumuştum. Geceleri
insanların saklandığı gibi kendisi de üzerinde boz bir ayının imgesi olduğu,
kalın bir battaniyenin içinde geçirirmiş. Bundan dolayı Dünya'nın yaratılışı
biraz gecikmiş. Elinde de değilmiş, çünkü bir şeyi kurguladıktan sonra her şey
kendince oluveriyormuş. Mesela bir suyu yaratabilir ama nereye akması
gerektiğini tahmin edemezmiş, o konuda her şeyi bilmek zaten gereksizmiş ve
yorucuymuş. Bu yüzden fazla düşünülmeyen çoğu şey adına insanları yaratmış. <o:p></o:p></span></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;"><span style="font-family: inherit;">Bu sözler aslında, benim yarıda bıraktığım romanın
dördüncü sayfasında geçiyordu. Neden bıraktığımın sorusuna gelince, böyle bir
ülkede roman yazmanın da aptalca olduğunu ve çok satılacak bir roman yazmak
yerine yazmamaya karar verdim. Çok da satılmazdı, benim yaptığım çoğu şey
takdire şayan değildir. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;"><span style="font-family: inherit;">Sevdiğim hiçbir kadın bana “tebrikler, ne güzel
bir yazı, yazılarını seviyorum” dememişti. Üniversite zamanlarımda bir kadın, “belki
de sadece tadımlık olarak Tanrı, ağzına mağaradan çalınma bir delibalı sürmüş
olabilir, demişti. Sonrasında o kadın, benim ileride iyi bir yazar olacağımı
söylemişti, ne kadar ileri diye sorsaydım, soramadım, çok güzeldi. Bu yüzden,
her şeyi erteledikçe, sevdiğim her şeyi hissedemez hale geldiğimi fark ettim. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;">İnsan, kendi yaratılışını 25 yaşında başlatır ve
doğal süreçte zaman sınırlaması koymazsa, ölür ve boşunalık mutluluk verir. Ben
bu duruma, zaman kanseri diyorum. Zaman kanseri, siz belli bir sürede
tanımlamazsanız, sizi öldürecek kadar uzağa gönderir kendini. Daha değerli
değil, sadece neleri kaybettiğiniz konusunda geceyi suçlayın. Tanrı'nın tek
derdi geceyi gündüze çevirmekti, bize de bunu ölümün bir ışıkla geldiğini
söyleyebilmişti.</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Peki, bir romanı bitirmenin ne gibi bir amacı vardı. Aslında sadece, bir şeyi
sıkılmadan bitirmeyi istiyordum. Tıpkı sevdiğim bir yemeği, tabakta bitirdiğim gibi,
şu aralar, belki de uzun zamandır ne yediğimin farkında değilim. Bu yüzden
gerçekten de sevdiğim yemeklerin hepsi öldü. Sadece torbaya doldurur gibi,
aceleyle, karnımı doyurmaya çalışıyordum. Yavaş ve güzel bir sohbetle sonlandırılan
yemekler, başka ailelerin otuzlu yaşları anımsatıyordu. <o:p></o:p></span></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;">Ben anaokulu öğretmeniyim. Bilmiyorum, sizi de
şaşırtıyor mu? Aslında kadın sayısının fazla olduğu bir bölüm yazmak
istemiştim. Hayatımın kadınını orada bulacağım ümidiyle başladım yolculuğa,
buldum da, dört yaşında Ful adındaki bir kız öğrencimdi. Onunla olan
çalışmalarımızda hep beni şaşırtmıştı. Sanki büyüklerle yakalayamadığım her
sohbeti, o bana açıyordu. Sorularım oluyordu ona. Ful, söylesene, neden
insanlar bu kadar az gülümser, Ful söylesene huzur dediğimiz şey nedir, gibi
sorularım çok olmuştu. Ful’un bana akıl verdiği zamanları bile bilirim. “Sen
ağlamak istemediğin için üzülüyorsun, sen buruşuk kağıt gibi kendini gülmeye
zorluyorsun, çizgi film gibi bir kadın seni bulacak öğretmenim,” diyerek
konuşmalarımız sonlanıyordu. Oyun oynadığımız çoğu zaman tek başına kalmayı
seçen Ful, geçen sene kanserden ölen ikizinin yanına gitmek için, annesinin
doğum kontrol haplarıyla intihar etti. Dört yaşında, intiharı nasıl tanımlardı
diye günlerce düşündüm. Gelmediğini anladığı için, onun yanına gitmek, derdi.
Evet, onun yanına gitmek.</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Bu sorgular sonrasında, kimin yanına gitmek istediğimi düşündüm. Herhangi
biriyle bağ kuramamıştım. Kimsenin yanına gidemezdim, izin ister ya da müsait
mi diye sorardım, çat kapı gidecek kimsem de yoktu. Bu kadar zaman neden yakın arkadaşımın
olup olmadığın fark edemedim. Kendi evime çat kapı girerken bile evde hırsız
olup olmadığını ya da üçüncü türden canlıların, böceklerin, cinlerin,
meleklerin olup olmadığını sorgulamışımdır. <o:p></o:p></span></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: inherit;"><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; font-size: 12pt; line-height: 107%; padding: 0cm;">Mezuniyetimden önce birkaç sevgilim olmuştu. Bir
ilişki nasıl yürümez sorusuna, kimseye aşık olacak kadar ciddi yalan söyleyemiyorum,
derim. Bunlar yüzünden gelecekte, rüya gibi ya da masal belki de ama bir romanım
olabilirdi ya da güvenlik görevlisi olarak geceleri, karanlıkta, Tanrı'nın
korktuğu şeylerin sırlarını ben çözebilirdim. Anaokulu öğretmeni olarak staj
gördüğüm süreçlerde Ful’u kaybetmek, kapısını çaldığım bir oyun parkını
kaybetmiş olduğumu hissettirdi. İlaç alarak yok etmek kendini, tıbben tüm
eczacıları katil yapıyordu. Ben bunları çok düşündüğümden, insanlara garip
değil, sıradan geliyordum. Çünkü garipliğin artık görsel açıdan seyri
değişmişti. Youtube üzerinden yayın yapanlar, gösteri çıkartanlar, sokak
ortasında parti sloganı yapıp, canlı bomba olanlar yüzünden ruhuma olan ilgi
90'larda kalmıştı. Ben insanlar içinde bağıramazdım, ancak onları Davud
heykelini izler gibi izler, yüzlerindeki anlamlar, mavi gözlerinin altındaki
kızarık göz kapağının nedenini aramaktan başka bir şey yapmayı beceremezdim.
Gülmeyi bile beceremiyordum, büyük görünmek için sakallarımı insanlar üzerinde
kullanıyordum. Daha çok sakal, daha çok saygı, daha çok bıyık, daha çok
entelektüel, daha çok küpe daha çok karizma, daha çok gülümseme, daha çok
çirkin bir yüz, bunlar böyle olup giderken, intihar etmek adına birini
aramalıyım dedim. Sevgili bulamıyordum, bari intihar edecek birini bulup,
birlikte bir yaratılışa son verebilirdim.</span><span style="font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
<i>Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın
meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi
olacaksınız.” </i></span><br />
<i><span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
</span></i><span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;">Gece hemen bir slogan buldum. İsim olarak bir şey
girmem gerekiyordu. Ne kadar acı çektiğimi anlasınlar ve bu acının
devamlılığını kavrasınlar diye,<span class="apple-converted-space"> </span><b>Bay
Regl<span class="apple-converted-space"> </span></b>ismini buldum. </span><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Bir gösteriden çok, acısının son bulmasını düşünen bir kadın arıyorum. İntihar
partneri olarak bana yardımcı olursa, yokoluştan önce, yemek yemek istiyorum.
Bana ulaşmak isteyenler, mail adresim .... , mektup adresim .... lütfen, ciddi
olarak ölmek isteyenler bana ulaşsın.</span><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Neden felsefi birkaç cümle sıkıştırmadım diye düşündüm. Sonrasında, bu kişi
delirmiş, bu yalnızlıktan kendini öldürmek istiyor'dan öte, sıradan bir
yokoluşu seçmiş, kendi seçimi, helal olsun diye arkamdan birkaç gün üzülüp, bir
ay kadar da zihinlerini işgal edip giderim, anne ve baba, aile zaten acı
çekmeyi önceden seçtikleri için, buna hazırlıklı olacağını umuyorum. Evlat
acısı vermesin Allah diye konuşan teyzelerin, hiçbiri kendini öldürmemiştir,
sanki dört duvarı kutsal sözlerle tıkalı bir odada, sudan boğulmak gibiydi her
şey.</span><br />
<span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
Mektupları tek tek okumak için heyecanlanırken, ilk mail ile heyecandan
vurulmuştum. Bay Regl, aynı kentte yaşıyoruz, ciddiyseniz bu gece .... parkında
ölelim. İsmim Lal.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<br />Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-55795923511989782802018-05-12T15:07:00.000-07:002018-05-12T15:07:59.593-07:00Cecilia'nın Kaybedilmiş Aşk Mektubu - 2. Bölüm<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiNINa_AZAlo8JsDAM6q5NB5D37hbPJLt0AbkF3QAiVS5630qP99mwfIwDixe1cWc0b9Rf7KKUC0v2IWiAUkdII8fQoyyyC9X_2FOxV7NQA8ZzVH7Z0Vod6nKCLVFCWdMCy7YOi0TcGQ/s1600/Winner-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1280" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjiNINa_AZAlo8JsDAM6q5NB5D37hbPJLt0AbkF3QAiVS5630qP99mwfIwDixe1cWc0b9Rf7KKUC0v2IWiAUkdII8fQoyyyC9X_2FOxV7NQA8ZzVH7Z0Vod6nKCLVFCWdMCy7YOi0TcGQ/s320/Winner-1.jpg" width="256" /></a></div>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Çocukluğum, salıncak sırası beklerken, tüm insanlık tarafından katledilmişti. </span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">Seninle karşılaşmadığımız yüzyıllar oldu mu diye sormuştun bana. Birinci Dünya Savaşı'ndan 48 yıl önceydi. Ben daha o zaman gözleri yeşil, göz bebeklerinde siyah noktalar olan bir kız çocuğuydum. Seninle karşılaşmak için parklarda bekliyordum. Sen hangi ülkedeydin, bilmiyordum. Sadece her çocuk gibi, mutlu olacağımız yerlerin sadece parklar olduğunu düşünürdüm. Salıncakta sallananları izlerken sadece öleceğim yerin bir park olacağını umut edemeyecektim. Silahların patlamasıyla beraber, pek çok çocuk gibi ben de öldüm. Bunları mektubuma yazmak istemiyordum fakat mutsuz ve bensiz öldüğün 1800'lü yıllarda bu yaşanmıştı. Neden o yüzyılda birbirimize aşık olmadığımızı hala sorguluyorum. Neden ben bir kız çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve ölmüştüm. Öldürenler kimlerdi diye uzun uzun düşünüyorum şu anda. Çayımı bile yudumlamak istemiyorum, gerginim, üzerimde büyük bir yük ve her şeyin sorumluluğu olan günler yaşıyorum Cecilia. Aslında gülümsediğimi sadece senin görebiliyor olmanı mucizevi buluyorum fakat o yüzyıl. </span><br />
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Helvetica Neue, Arial, Helvetica, sans-serif;">O yüzyıldaki ölüm sahnesini birkaç gündür rüyamda görüyorum. Sen benden üç yaş büyüktün ve sadece insanları öldürmenin hazzına varıldığı o yüzyılda parktaki çocukları sadece bir kişi öldürebilirdi. Sen o kişiydin, biliyordum, rüyamda gördüm. Bunu bilerek yapmamıştın fakat ama ölümümü sen istemiştin, ben buna dayanmak için karnıma sıkıca bastırmandan anladım. Sen akan kana karşılık, yüzümü hayranlıkla bakıyordun Cecilia, sen bunların olabileceğini bilmediğinden, yüzümdeki gülümsemeyi yok edecek bir ressam ararken beni öldürebilmiştin. Ağlamıyordun, sadece göz bebeklerin büyüktü ve beni neden öldürdüğünü bile soramadan, vazgeçebilmiştim bir Cortazar şiirindeki tını gibi. Benimle böyle, ellerindeki kanların ve ruhundaki insan öldürme duygunla karşıma çıkmıştın. İnsan ölürken bile aşık olmaktan vazgeçemiyor. Bu yüzden seninle sadece birlikte olmayı seçmedik. Ayrı olmayı da öldürdüğün sabahta, o salıncakların daha koyu, zamanın daha kahverengi, tozların bile daha gerçek olduğu 19. yüzyılda, beni öldürdüğünde tanışmıştık. Üzerimdeki parlak mavi kıyafet ve bir kız çocuğuna yakışır güzellikte gülüşümle, karnımdaki kanın yayılışı gibi şimdi yanağındaki beni gördüğündeki kızarıklık. Bu yüzden biz farklı yollardayız, sen beni öldürdüğün sabahtan dolayı ayrı olmayı da bir o kadar sevdik, bu yüzden aşk mektuplarımızda hep bir gitmek vardı.Ben dini inançların, Tanrı'nın ve karınca yiyenlerin arasından zamanı durdurarak, yağmuru susturarak, sevgimi ve ölümleri beraberinde getiriyorum. Sen bir ölümle beni sevebilirdin, ben bir yok oluşla sana kalabilirdim. Biz zaten zamanı durduracak kadar birbirimizi yok edecek kadar sevebiliyorduk. Tanrı tüm 19. yüzyılın aşklarının belasını versin Cecilia. Bu yüzden evlerimiz, zamanlarımızın ayrılığından acı çekmiyor, uzaktaki yollardan, kıtalar arasındaki tebessümlerden güç buluyorduk. Hiçbir zaman tek başına bir anlam bulamamıştım rüyalarda. Söylemiştim ya, en çok seni Birinci Dünya Savaşı'nda sevdim diye. Seninle öpüşmediğimiz tek yüzyıldı o. Ölüm esnasında kanlarından arasından dudaklarıma dokunduğun ve üst dudağımı da dilinle sevdikten sonra tüm zamanı sana bırakarak ve senden anlamsızca intikam alır gibi yalnız kalabilmiştim. Unutma her zaman senden önce ben öldüm. Bu yüzden sana 21. yüzyılda nerede olduğumu ya da nasıl öleceğimi, son mektubumda yazacağım. Sen şimdi, sadece pencereni aralamalısın, biliyorsun yağmurda hep bir kedi yavrusu ölür ve biri kurtulur. Ben de kapısı çalınmadan girilen odalardan, saygı duyulmayan gecelerden ve sevişmekten kaçtığım her insandan sonra kendimi boğuyorum. Şimdi bir trafik tabelası altındayız, çünkü ölmeden önce bana orada sarılmıştın ve biliyoruz ki ilk trafik işareti 19. yüzyılda kullanıma başladı ve ben seninle hep oradan ayrılır gibi, yanından ayrıldım. Sigara içmeye gidiyorum Cecilia, sen hala uyumadıysan, gece gibi kalbimi hatırla. Arkaya dönüp bakarken hiçbir zaman ölmeyeceğim. Lal gibi sessiz bir Gece'de anneler günün kutlu olsun.</span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-13399174194461968462018-04-17T15:42:00.001-07:002018-04-17T17:26:29.711-07:00Cecilia'nın Kaybedilmiş Aşk Mektubu - I<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEW2L2JetzfF9BChqi2Ep0TCsz_LGZo-xtPXjyw-kl816jsC6tNCWLJOVLZk94Pm6R_axFGqcxpO6_999qdIdvb67Hgk95MQHrCDkPV9evrBfKdlc7m1ZEHxWL6UOF9fj1N1EKAprpdg/s1600/Clipboard01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="765" data-original-width="898" height="272" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEW2L2JetzfF9BChqi2Ep0TCsz_LGZo-xtPXjyw-kl816jsC6tNCWLJOVLZk94Pm6R_axFGqcxpO6_999qdIdvb67Hgk95MQHrCDkPV9evrBfKdlc7m1ZEHxWL6UOF9fj1N1EKAprpdg/s320/Clipboard01.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><b>Sana baktığımda tüm sokak çocuklarına sarılmış gibi hissediyorum.</b></span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Uzun zamandır, bir kadın olarak kendimi sevemediğimi fark ettim. Kırk ikinci yaşımı seninle kutlayacağım sanıyordum. Seninle yirmi yıldır tanışıyordum. Bu yüzyılda yirmi yıldır beraberiz diyerek güldüğünü hep hatırlıyorum. Biz İsa'dan önce de sonra da birbirimizi sevmiştik, bazen cro magnon olarak dünyaya gelip, sakallarının arasından çirkinleşmeye yüz tutmuş bedeninle bana sert şekilde sarılmandan, Ortaçağ'da bir pantomim sanatçısı olduğum ve fahişelikle suçladığım o anda, bana uzaktan bakan çocuk olarak seni tanımama kadar. Hep farklı dönemlerde seninle denk geldik, sen hep bana eksik bir taraf ayırdığını söyledin, benden gelecekte olduğun zamanları da hep bir durgunluğun vardı. Şimdi de gelecektesin, yine benden önce gittin bir yerlere, bir başka yüzyıl için Tanrı ile anlaştığını biliyorum. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Rönesans'ta bir kostümcü dükkanında çalışırken, senin kapıyı hızla çarpıp girmen ve oturur oturmaz ağladığını hatırladım. Sen ağladığında ben Shakespeare'in Hırçın Kız'ı için, kırmızıların yoğun olduğu bir kumaşı kesiyordum. Elimdeki makasın sesiyle irkildiğini de biliyorum. Ben işime devam ederken, sen sadece silinmemiş pencereden dışarı bakıyordun. Korkmuştun, ben bir adamın bu yaşta neden bu kadar korkabileceğini kestirememiştim. Sana seslendiğimde, şimdi hazır olmadığını söyledin, kimden korkuyorsunuz diyemedim, bir çocuk gördüm sanki babasından ölürcesine korkan ve ondan saklanan. Birkaç adam içeri girdiğinde artık kumaşların arasında sende doğanı bulmuştun. Sen de saten bir kumaşın ruhu vardı, sevemeyen ve silemeyen tüm kadınlar saten severdi. Adamları çıktı diye seslendim sana ama orada uyuyakalmanı da istedim hatta orada yok olmanı bile istedim, makasın sesi sanki senin hayatını artık ikiye bölmemi istiyordu. Kalktım ve seni tüm kumaşların arasından çıkardım, elimdeki makas ile bana ödeme yapmalısın diye seslendim. Korkunun en kolay yok olma şeklidir başka bir korku. Cebinden para çıkardın, bana uzattın, reddetmedin, ödeme yapmak sana normal geliyordu her iyiliğe. Tekrar parayı uzatıp, bana içki ısmarlaman için sana borç veriyorum dedim. Bir önceki gecelerde, Hırçın Kız'ı okuduğumda, Tranio şunu sormuştu; </span><br />
<span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;"><b><i><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></i></b></span>
<b><i><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;">"</span><span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;">Ne olur s</span><span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;">öylesenize efendim</span></span></i></b><br />
<span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;"><b><i><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Aşk bu kadar çabuk mu çarpar insanı."</span></i></b></span><br />
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Ben Rönesans'taki saçlarımı her zaman daha çok sevmiştim. Bukle bukle olmasını şu dönemde istiyorum ama saçlarımın uzaması gitgide beni mutsuz ediyordu. Kolay taranmıyor, kullanılan şampuanların beni yok ettiğini bile düşünüyorum. İçkiden sonra seninle evleneceğime hemen karar vermemiştim. Birazcık uzak durmaya çalıştım, garip ve içinde geçmişten gelen acılar taşıyordun. Sen cennetten kovulmamak için kanatlarını elma diye paylaşan biriydin. Bunu o dönemlerde, Havva olduğum anlarda anlamıştım. Yılan da elma da bahçe de sendin aslında. Bunları bir kadın olarak görebiliyordum. Hristiyanlığın senin üzerindeki etkilerini sevmemiştim Ortaçağ'da. İsa için oyunlar yazıyordun. Onları kilise içerisinde oynamaktan da mutluydun, daha fazla kazanabilmek için yazmayı seviyordun. Rönesans'ta bu değişti, iki kızımızın oluşu seni mutlu etmişti. Onlara Lafoel ve Clementien ismini vermiştik. Lafoel hep sana benziyordu. Gözlerinin yeşilini benden aldığını bilsem de o yeşil gözleri senin gibi bakmaya zorluyordu. Sana benzemek için her gün İsa'ya dua ediyordu. Bir gün senin gibi bakabilmek için resim yaptı, gözlerinin siyahlığını bir kağıda çizdi sonra engelledin, resim yapmasına kızdın, sen güzel olan her şeyi engellemeyi seviyordun. Kabul edemiyordun, seni neden sevdiğimi de sorgulamama da hiç izin vermedin. Kumaşlara dokunamıyordun fakat avuç içlerin göğsüme Shakespeare soneleriyle dolduruyordu. </span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Rönesans'tan sonrasını hatırlamadığını anımsıyorum. Fransız devriminde yine birbirimize bulduğumuz yer çok komikti. Bastille hapishanesinden kaçtığımı söylediğimde, bana bakışını, o yeşil gözlerinin nasıl da korku dolu olduğunu anımsıyorum. 12 Temmuz gecesinde başladı her şey. O gün yağmur yağsaydı şu anda belki seninle tanışmamış olacaktım. Hapishane yerli yerinde olacaktı ve seninle üç yıl sonra yürüyeceğimiz ve senin sol ayak baş parmağının kırılacağı köprü olmayacaktı. O gece sadece insanları öldürmenin bir işe yaramadığını anlamıştım. Sana bunu söylediğimde her kadın gibi korktun tabi. İsmini hala hatırlıyorum, Juli, tam bir falcı ismiydi. Sen de genç bir kadın falcıydın. Benimle orada tanışacağını önceden bildiğini söyleyip, o kadar korkuya rağmen saklanmış ve üzerinde erkeklere özgü kıyafetler vardı. Biz karar vermiştik, tüm halkın ayaklamasına biz de destek olacaktık. Frao'nun dediği gibi; bu geceyi de uykuyla geçireceksek, öldürülmeyi hak etmiş olacağız. Frao'yu dinlerdim, onun bakış açısı beni hep gururlandırmıştı. Neden içerideydi bilmiyorum ama net bildiğim, ölümden nefret etme sebebinin kale komutanı Bernard le Launay olduğuydu. Frao'ya seni üç kez giyotine vuracağım diyordu. Ve çoğu acıyı zenginliği ile unutan Shcrore adındaki tek soylu ise, sadece Frao'ya senin nefret ettiğim tutkun yüzünden her gece mutlulukla uyuyorum diyordu. Aynı koğuşta olan herkesin ilişkisi birbirini sevmeme üzerineydi fakat mutlu olmak, bir geceyi daha kimsesiz geçirmemeyi sağlıyordu. </span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Devrim öncesi seninle, o taşların Bastille'e atıldığı günde,tanışmamızı önceden görmeni hep hayranlıkla dinledim. Bir faldan daha çok masal gibiydi. Bana tiksinen gözlerle bakan kadınlar gibi bakmıyordu Juli, tabi o dönemde ismin Juli'ydi sevgilim. Şimdi bir erkeksin, gözlerin benim devrimdeki gözlerim kadar derin karanlık geceler gizli. Şu günümüzde, iskelede dans ettiğimiz geceyi hatırlarsın, Fransız Devrim'inde Launay'ın kafasını tahtayla gezdiren Frau, Bastille'in halk ve bizim tarafımızdan yıkılmasından bir sene sonra, o kutlamada bize şarkı söylemişti. Birlikte dans etmiştik, özgürlük kadar güzel bir şey yoktu. Sen yeşil gözlü kadınların az olduğu Fransa'da, herkes tarafından fark ediliyordun. Özgürlüğün yolunu Sartre'dan önce biz Fransa'da yaşadık. Senin kadın olduğun yüzyılda, seninle sevişmeyi değil de sadece gülüşüne bakmayı seviyordum. Sanırım şu anda sen benim sevişme isteğime karşı gülüşümü çok seviyorsun. Bugün 42 yaşımın 2 Aralık'ındayım. Seninle kutladığımız bu yüzyıldaki doğum günlerinde hep, bir cümle verdin bana. Bugün o cümleler sayesinde, kalbimdeki acıyı gülümsemeye çeviriyorum. Hep bir devrimin içinden geldin, gerek koşarak kaçtın, gerek bir falcı oldun, bunları bu yüzyılda yazmak istiyorum. Çocuklarımız yine iki tane biliyorsun. Oğlumuz Eolo'ya gülüşünü hep sevdim, kızımız April ise bisiklete binerek ve uçurtmanın üzerinde dünyayı gezdiğini bize inandırmaya çalışıyordu. Bu arada sana üç mektup yazmamı istediğin için aceleye getirmek istemiyorum o kutuyu açmak adına. Biliyorsun, senin oyunlarına hep saygı duydum. Rönesans'tan beri bir çocuk ruhuna takındın sen, bu yüzden senin dünyaya bakış açını anlamaktan zorladım. Sen kadınken de zordun aslında ama içinde, şu mutlu çocuklar gibi bakmanı hep sevdim. Şimdi gecemi, bana ilk ve tüm insanlığa ilk defa okutturduğun romanına sarılıp uyuyacağım. Bazen söz dinlemediğin için sana kızıyorum, hep erken gitmek zorunda olduğunu biliyordum ama neden seni öpmeden intihar ettin? Buna izin vereceğimi de biliyordun, sanırım oyuna yine başlıyoruz. Keşke regl olup, sevişemeseydik dedim, güldüm. Sen de gülüyorsundur ama gözlerimi göremediğin ve uzağı ölsen daha göremeyeceğin için, sana anlatmak istedim.</span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Yarın sana yazacağım.Hemen ölümü kabul etmeyeceğini bildiğimden söylüyorum, seni en çok İkinci Dünya Savaşı'nda sevdim.</span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<br />
<div>
<span style="background-color: #fff9e9; font-size: 16px;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></span></div>
<div>
<span style="background-color: #fff9e9; font-family: "helvetica" , "times new roman" , "times" , serif; font-size: 16px;"><br /></span></div>
</div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-50339498246289418142017-11-20T13:55:00.001-08:002017-11-20T13:57:22.534-08:00Roman Yazamıyorum. Hoşçakal Nastasya Filippovna<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIGV2jizkE5PXDdZwCeJ_FLxZUG_xUzhHMNN_R7SCkKK19iVrLBQvQEMowFO86iB97DyOqEwcZEBvOjcJ1I2ckLEuQTyiq2-8eot2WnLHWjR_ZKcdKccN1kEoWOLwpMAuyvTemaHeQfQ/s1600/32030013_sylvainygeorgia-1500x1000.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="1500" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhIGV2jizkE5PXDdZwCeJ_FLxZUG_xUzhHMNN_R7SCkKK19iVrLBQvQEMowFO86iB97DyOqEwcZEBvOjcJ1I2ckLEuQTyiq2-8eot2WnLHWjR_ZKcdKccN1kEoWOLwpMAuyvTemaHeQfQ/s320/32030013_sylvainygeorgia-1500x1000.jpg" width="320" /></span></a></div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">" Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ya da seni kendim doğurmuş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum." </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">-Ayrılmayız.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bu cümle yıllardır aklımda, romanımın ilk cümlesi olacak kadar kutsal. Peki sevgili yazabilen yaratık, sen neden roman yazmadın. Bu kadar insanların, ağaçlar için devrime kalkışırken, pek çok kitap satmadan, beklerken, amacın, isteğin neydi? Bugün uzun bir yazı olmasını ve bir kısmi veda olarak algılanmasını istiyorum. Neden kitap yazmalı ya da yazmamalı!</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">- Neden kitap çıkarmamalıyım'ı düşündüm. Ben ona fiyat biçecek ve şu kapak olsun, öyküyü daha güzel hale getiriyor gibi sözler kuramazdım. Önemli olan içinde saldırganlık ve varoluşun modern zamandaki saldırgan eylemsizliğine dönüşmesini anlatacaktım. Bunu para bedeli vererek, aslında çalışmadan sadece yazacaktım. Yazarak para kazanarak, yeni romanlar, yeni karakterler bulacaktım belki ama bunların hepsi artık aynı olduğumu varsaydığımdan, bir kitaba dönüştürmedim. Günlüklerini fiyatlandırır mıydı Sylvia Plath merak etmişimdir hep. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">- Neden yazmak istemedim, çünkü birilerinin kitaplığında üstümde Dostoyevski, benim kitabımın altında, Emrah Serbes, sol tarafımda da sevmediğim bir modern yazarın kitabı olsun istemedim. Bir de hangi isimle olacaktı, gerçekten de bana konulan bir isimle, insanlara, yıllardır eleştirdiğim sistemde ben de -sözde- sistemi kırmak için geldim. Daha çok sevişmek için kitap yazdım, bir pipoya telifi verdim mi diyecektim. Ben imza günü olsa, karşımdakilerin saldırganlık ve hayranlıklarına imza mı atacaktım, yahu benim imzam bile kötü.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">- Neden yazmıyorum sorgusunda, yazacak yerim yok. Malum, İzmir'de yaşıyorum, bedenimin yüksek lisans dersleri ve çocuklara zaman ayırdığımdan, yazmaya zaman ayıramayacağımı düşünüyorum. Gerçekten de zaman ayırmak istemediğimden bunlar. Kitaptan kaçıyorum, yazacaklarımdan kaçıyordum. Kendimden kaçmak için sosyal medyada anlık paylaşımlarla, birkaç beğeni ve düşünceden uzak sözlerle kabul görüyordum. Bazen ücretsiz bir fahişe gibi hissediyorum orada. İnsanlar sevişmek, sevmek ve tanışmak istiyorlar. Gerçekten de görmek istiyorlar. Benim kadın ya da erkek olmamı önemsiyorlar. Birlikte yürümeyi teklif eden ya da sana anlatacağım bir acım, bir sarılmam var diyen yok. Ne kadar acı, yazdıklarımdan daha çok çirkin görüntümün merakı.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">- Romanımda iki karakterin tasarımını yıllardır düşünüyorum. Bir kadın karakter ve bir erkek. Erkeği tanıyorum, uzun zaman önce toprağa gömdüm kendisini, ben gömmedim aslında, cenazesinde bile yoktum. Onun öldüğü gece, ben sabah başka bir kentte sevişiyordum. Kadın karakteri aramaya başladım, ilk başta kendi lisans dönemimden birkaç görüntüyle, bulduğumu sanmaya çalıştım, sonrasında Ankara'ya gittim, evet dedim, sanıyorum ki, yağmuru fark ettiğinde hemen şemsiyesini açtı ve yok oldu karşımda, sonra İstanbul, sonrasında sosyal medya da kadın karakterler aramaya başladım, sanki tanımadığım bir çocuğu ya da Tanrı'yı arıyordum. Öncelerinde bulduğumda onunla sevişmek istemiştim. Nasıl bakar bilemezdim ama gerçekten de yazarın ruhundan karakterin ruhuna bir dönüş olmasını düşlüyordum. Bir insandan öte, bir defterin yaprağını çevirir gibi sarılmak, bir tanıma ve yaratma durumu kafamda tasarlamıştım. Sonra vazgeçtim tabi ki, nerede yaşıyordum, hangi şehirde ve ülkede. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Arayışım devam etti, sosyal medyadaki insanlara baktım, hepsi en elit, en birbirine benzer pozlarıyla görünüyorlardı. Gözleri ne renk olmalı, nasıl sese sahip olmalı diye, aslında pek çok kadın karakter yazmıştım ama bu başkaydı, ismi Lal'di, sonrasında bundan da vazgeçtim. Arayışım, boynunda ve göğsünün ortasında, daha çok sağ göğsüne yakın bir yerde ben olmasıydı. Sonrasında insanlara dikkat etmeye başladım, Bir ara kendimi tamamen bir sapık gibi kurguladım. İnsanlardan, merhaba, ben roman yazacağım, sağ göğsünüzde ben var mı diye sormak istedim. Zaman geçiyordu, yaşlarım yirmilerin sonuna geliyordu ve ben hala iki romanı bir araya getiremiyordum. Camus, Kafka'nın romanları, ilk yazdıkları da berbattı diye kendimi iyi hissettirmeye çalışıyordum. Kitap okumamaya başladım, her şeyden kendimi soyutlayamıyordum. Yazdıklarım birbirine benzer bir kaygıyla gidiyordu.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Metroda birine rastladım, yanına gidip, " Merhaba, roman yazacağım da karakterime benziyorsunuz, tanışalım mı?" düşüncesi sonunda hep bir olumsuzluğa denk düşecekti. Bunu biliyordum. İzmir'de metroda kimseyle tanışmadım...</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Sonra bu tutkudan da vazgeçtim. Sevişemedim, tanışamadım. Bir ara sosyal medya hesaplarından, roman karakteri arıyorum, düşünenler bana ulaşsın demek gelmişti. İzmir'de görüşmelerimde kitap hediye ederek, doğru karakteri, görseli, ruhu bulacaktım.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Saçmalama.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">İnsanların da bir hayatı olduğunu çoğu zaman unutuyorum. Bu kendi hayatımın farkındalığını yazma üzerine kurguladığımdan dolayı sanıyorum ya da ciddi anlamda major depresyon tanısı konulacak kadar yaşamdan mutsuz olan biriydim. İzmir bana roman yazmak adına iyi gelmeyecekti. İş arayıp, defolup gitme düşüncesi var İstanbul'a ya da daha küçük bir şehirde kapanarak, metrolar, otobüslerin olmadığı, mavi dolmuşlarla yavaşça gidilen şehirde okumak...</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">-Roman yazmanın zorluklarına karşı gelemiyordum. Özgür bir dünya yaratsan da buradaki yazacağım şeylerden ciddi anlamda korkuyorum, ağlamaktan korkuyorum, acılarımı, acıtanları tekrardan nefes alıp vermelerini sağlamaktan. Birilerini tekrar öldürmekten korktuğumdan kendimi öldürüyorum. Kendi canım yanmasını, başka canları kurtarır gibi sandığımdan yazmıyorum. Tüm babalardan, annelerden, eksik ve tamamlanmamış çocukluklara bağırmaktan korkuyorum. Montaigne'den Kafka'ya uzanan, bir yalnızlık ve ölümlerden, yalnız yatan kadınlardan, sırtını kaşımaktan uzak adamlara kadar anlatmak beni fazla yaralayacağını, bildiğim için.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Neden yazmalıyım diye bir şey diyemiyorum. Bunun bir nedenselliği yok, güdülenmiş gibiyim, hüzünleri, yaşamı, kurgulanmış Tanrı'yı anlatmak, farklı ya da beynimin algıladığı gibi yazmak istiyorum. Ben iyi bir insan olmak, iyi bir yaratık ya da tüm bu rahatsız edici sözlerin yanında, gerçekten de kendime hayran kalacak bir özellik bulabilmek için, gönül rahatlığıyla, ölebilmek için yazmak istiyorum. Bir kız çocuğu dünyaya getirerek, ona uzun bir mektup vermek adına... Fakat tüm kız çocuklarından uzun süre önce vazgeçtim. Her insanın geçmişindeki izlerinden kurtulamıyordum. Kalbimde sadece büyük ağırlıklar vardı, psikiyatriye mi gitmeliydim bilmiyordum, ne iyi geliyordu, ne kadar iyileşebilirdim, bunu hiç bilmiyorum ama sevgili az ama içinden rüzgarlar geçen, birini öperken gerçekten de koşmuşçasına, özlemişçesine öpebilen, okuyucum. Ben senin için bu kadar acı çekiyor ve anlatmak istiyorum. Sana bir masal anlatır gibi, üstünü battaniyeyle örtsem de yatağın altındaki pek çok acı verici, ölümden daha da unutulmayacak o anlar için yazmak istiyorum. Kendime kızdım, bana da kızdılar, sosyal medyada yazma artık diye.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Sosyal medyada yazmak ya da yazmamak meselesi.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Kendime uzun zamandır hayranlık duymuyorum. Bedenimde sevgiye ait zerre bir şey yok. Bu nasıl oldu, nasıl bir hayvana, acı çeken, üstüne tuz dökülmüş bir salyangoza dönüştüm bilmiyorum ama. Sevgi adına, hiçbir varlığa zerre bir şey hissetmiyorum. Bunu hissetmek için aldatır, dövülür, dişlerim dökülür, ısırılır, ağlatılır ve korkutulabilirdim. Birkaç insanın sözleri dışında yazma konusunda desteğim yok. Kanser hastasının ölümü kabullenişi gibi sanırım. Aklıma gelen cümleleri, fotoğrafla birleştirme sanatı diye uydurduğum bir şeyle başladım. Yazdım, 300 öykü ve 5000 fazla minimal deneme öyküler yazmışım. Değişen şey, daha da keskinleştirmek oldu sevgisizliği. Aşık olmak isterdim, uzun süredir kimseye hissetmediğim bir şey bu. Bu roman yazdırabilirdi. Aldatılabilirdim, bu da yazdırırdı, ölümler olsaydı defalarca, yalnız kalsaydım, yazabilirdim. Belki de bir yerlere giderek kendimi kapatmak gerekiyor. Para toplayıp, Şirince'de bir dağ evinde on günde bitirebileceğim bir roman. Bedenimi mi vermeliyim, pazarlamalı mıyım ruhumu şeytana bu roman için. Biterse kendimi diğer bir romana mı yoksa ölüme mi bırakmalıyım. Biriyle yürür gibi roman yazmayı isterdim. Çay içer gibi, çocukları izler gibi yazmayı isterdim o romanı. Tecavüz edilirken, çırpınır gibi yazmak isterdim romanımı...</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Oğuz Atay'ın dediği gibi değil ama ; ben buradayım sevgili okuyucu, sen neredesin acaba?</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Ben de artık kendi yerimi yazma anlamında bulmak adına, biraz zaman sosyal medya etkinliklerime ara vereceğim.Roman yazmak için gitmek, gitmek, gitmek gerek. Belki o zaman insanlarla tanışır ve o karakteri bulur ya da kendim olurum. Olurum ve giderim buralardan. O gölün kenarında, kızımla yaşarım.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Varlığınıza Saygımla</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Yazabilen Yaratık'tan.</span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-65307020860010708862017-11-01T16:42:00.000-07:002017-11-02T02:27:55.998-07:00Sevdiklerimi Öldürmeden Önce Saat Kaçtı?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm64UM5pw7XW4yxxlVqIHHyay2g2jGm_HQvXwHNMXfHSx6AS1dhIgS6lNRHFEnrih2SfKzkLoY5jIGJVwf0NoXJzJ-qkrXb56y7SLoXmBv-mbZk3wREpy1XbKaqCchWKbyCUn8m8VCaw/s1600/Bezt_Beautiful-Mistakes-140x140cm.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1200" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjm64UM5pw7XW4yxxlVqIHHyay2g2jGm_HQvXwHNMXfHSx6AS1dhIgS6lNRHFEnrih2SfKzkLoY5jIGJVwf0NoXJzJ-qkrXb56y7SLoXmBv-mbZk3wREpy1XbKaqCchWKbyCUn8m8VCaw/s320/Bezt_Beautiful-Mistakes-140x140cm.jpg" width="320" /></a></div>
Kokain içmeden ölmeyeceğim diye kendime o gece, evet o gece söz verdim. Bu sözü defterime yamuk yumuk yazarak not ettim. Hemen yan tarafına konan bir sineği izledim. Bembeyaz defterin etrafında bir şey arıyordu. Bizler gibi, belki para, belki mutluluk arıyordu. İşte, birkaç dakika o sineği sadece izleyerek, tüm insanlığı fark ettim. Bizim gibi, nereye gitmek istese aklı başından gidiyor, kendine dokunuyor, neresi bacağı, neresi eli pek anlamasam da, göz göze gelmekten kaçınıyordu. Bu beni rahatsız etmişti. Hayallerimi yazdığım deftere izin almadan, tıpkı annem gibi, tıpkı evleneceklerim ya da sevdiklerim gibi her konuda bana akıl vermeleri gibiydi. İstediği gibi hareket ediyordu. Herhangi bir emek göstermeden, yahu herhangi bir pencerede açık değildi. Tavana bakıyormuş gibi yaparak, gözlerimle onu kestikten sonra, sağ elimle defteri havaya kaldıracak sertlikle vurdum. İçime bir rahatlık geldi, elimi kaldırmadım, onun altındaydı. Biraz bekledim, kulak kesildim vızıltıya fakat yoktu. Elimi kaldırdıktan sonra kağıtta olmadığını görüp, elime baktım, dağılmıştı. Eli, yüzü, bacakları, karnı birbirine girmişti, artık kendinden kırmızımsı, siyahımsı bir iz bırakmıştı. O anda her şeyi anlıyordum. Sadece bir sağ el, bir sağ el onu bu hale getirmişti. Hemen elimi yıkamak için kendinden emin bir tavırla yürüdüm. Uzandım, aynada kendime baktığımda artık o eski kişi değildim. Demek ki, biraz sertlik istiyorlardı. Defterin o sayfasını da silmeliydim ve yeni bir başlık atmalıydım. Elimi iki kere yıkadım, sabunladım, duruladım, sonra yine aynaya baktım. İçimden dişlerimi de fırçalamak geldi. Tam bir temizlenme istiyordum. Duşa girmeli miydim bilemedim, hava soğuktu, duş alacak kadar iz bırakmamıştım oysa. Girsem ne yapacaktım, saçlarımı kurutmak zaman alacaktı, tekrar odaya gidecek, soyunacak, iç çamaşırımı seçecek, neye benzediğini bilmediğim bir hisle yine giyinmek için zaman harcayacaktım. Sağ elime baktım. Duşa girmeliydim.<br />
<br />
Soyunduktan sonra ayaklarımı yıkamak için diğer ayak parmaklarımı kullandım. Tırnaklarıma uzun uzun baktım. Nasıl da yaşlanıyordum, tırnağın geçişlerindeki matlıktan fark etmiştim. Suyu sıcaklaştırdım, biraz soğuk suyla da dengeledim. Neden istediğimiz gibi bakmazdı su bilmiyorum. Hep bir ayarlamayla zaman geçerdi. Sanırım bu da sınıfsal bir şeyle alakalıydı. Kasıklarımı sıcak suyu dokundurunca, uykum geldi. Sağ elime bakınca kendime dokunmak istedim, araladım, biraz daha sıcaklaştırdıktan sonra vazgeçtim, özgürleşmek böyle bir şey değildi.<br />
<br />
Fön makinasına karşı hepimiz çok ciddi bakış atarız. Benimkisi de böyle bir şeydi. Yine sağ elim gereken desteği bana sağlıyordu. Biraz yüz sıcaklığım geçtikten sonra hemen deftere tekrar baktım, güzelce temizlendiğini kontrol ettikten sonra, isimleri yazmaya başladım. İlk babama tecavüz ederek, onu ölüme sürükleyecektim, bu daha önceki bakışları ve üst komşunun küçük kızına karşı ilgisinin yakalanması içindi. O çocuk ne kadar üzülmüştür. Sonra annemi yazdım listeye, onun tüm bu sapkınlıklarını kabullenip hala ona yemek hazırladığını gördüğüm için, sevdiği patatesli köfte ile onu zehirlemek istiyorum. Arkasından iki yakın arkadaşımı öldürmek istiyorum, onları nasıl öldürecektim bilemiyorum, birini bıçaklamak istediğim kesin. Nefes nefese kalmıştım bunu yazarken, dışarıda biri kavga ediyor gibi geldi. Aslında kulağımda kulaklık vardı o anda, ama biri dışarıda kavga ediyor gibiydi. Gözlerim doldu bir anda, deftere yere attım, devamında sevgilimi de delirterek ve yalnızlaştırarak öldürecektim. Çünkü onun beynini bir kaya matkabıyla delemezdim, olmazdı bu, makina bunun için fazla masum kaldırdı. Ama dışarıda biri, bir kadın sanki dayak yiyordu. Hemen koştum pencereye, kimse yoktu, bir sokak lambası ve sisli hava vardı. Ama o anda kulağıma sesler gelmeye devam ediyordu. Pencereden izleyerek, sıradan bir sokak görüntüsüne karşı ağlayışlar ve orospu kelimelerini duymaya başladım. Birden bire koşmak isteği geldi, üç gün önce Zweig'ın kitabını bitirmiştim, bununla mı alakalıydı bilemiyorum ama durduramadım. Sokaktan dört kere geçtim, üç kere de mahalleyi turladım, nefes nefes kaldığım için ağlayamıyordum, kaldırıma oturdum.<br />
<br />
Kaldırımda o sesleri dinledim, insanların gelip geçerken yollara bıraktığı seslerdi bunlar. Çocuk arkadan ağlıyordu, sesleri duyuyordum, sesler ve anılar kaybolmuyordu. Sinek sesi bile geldi, defalarca. Sanki sağ elim artık işlevini yitirmişti. Tokat sesiyle beraber yüzümü kapadım. Sadece ağlamak istiyordum, annemi de babamı da öldürememiştim. Sevdiğim de ölmemek için pek masumdu. Aldatamıyordum da, sanki her şey beni delirtecek kadar saklanmıştı. Asfalta tüküremeyecek kadar da aktivistim. Her şey üst üste gelmek için kurgulanır. Martı çoğu zaman yalnız uçtuğunu sanırmış. Ben de böyle defalarca geçtiğim yerde tek ben acı çektiğimi sanıyordum. Kaldırımdan gidemiyordum, kadın yere düştü, sesi geldi, kesik ve net bir kafa tası sesi yükseldi. İçimden bir ah kopacaktı ama o kadar şiir sevmiyordum. Ah kelimesini sadece sevişmenin sonunda seviyordum. Bitmesine yakın bir his veriyor. Ah sadece güzel olan bir şeye söylenmeli diye düşünüyorum. Ah küçük çocuk düştü, ah ne kadar güzel bir kitap. Kaldırımda daha ıslıklar duyuyorum. Daha fazla anne ağlamaları. Bu sokaktan defalarca geçtim. Sadece ben acı çektim sanıyordum. Anneler, kadınlar, kız çocukları ne kadar da çok kaldırımda acı çekmiş. Bir de peynir kelimesini söylemiş insanlar. Kadınlar ağlayınca daha fazla acı çekmiyordu kaldırım. Her insan için yeteri kadar ses hapsetmiş. Sadece sustum, sadece seslerin gitmesini istedim. Kadın yere düştükten sonra etrafına insanlar doluştu. Duyuyordum. Duyuyordum, insanlar kadının yüzündeki kanı temizlemek için su arıyordu. Kocası defalarca sokakta dövmüştü. Çocuk yanında, benim oturduğum kaldırımda, hemen iki adım yanımda, ağlıyordu. Ağladıkça saçlarını okşama isteği vardı. Kaldırımı ağlayarak sevdim, o ağladıkça annesi susuyordu. Annesine sarılamıyordu, daha önce annesine sarılmamıştı. O ne kadar sarılmayı önemsediyse, kimse ona sarılmamıştı. Sadece ağlamak geliyordu, sağ elimde sarıldım, uzandım kaldırıma, sadece o sussun istiyordum, bir ses duyuldu, düştü gözlüğü yere, üzerine basmamak için hareket etmedim. Biraz zaman sonra sustu. Ses verdim, söz ver dedim, bir daha kimsenin sarılmasını bekleme, bekleme diye çığlık atmak istedim. Duymayacaktı, vazgeçtim ama o sabah araba sesleriyle dolunca, anladım, gün bitmişti. Çocuk susmuştu, uyumuştu. Eve, üşümüş ve gözlerimin yeşilinin parlaklığını hissederek gittim. Saat baktım, ezan sesini bile duymadım, adamın bağırmalarından, çocuğun korkularından. Allah o gece, kaç imanlı kulunun duası için bu çocuğu unutmuştu! Saat 06,43'tü. Deftere tekrar baktım, sevdiğim kişiyi yazmaktan da vazgeçtim. Tüm herkesi silip sadece, 2041 sk. diye not aldım. Artık o sokaktan geçmemek adına, şehrimi değiştirdim. Şimdi, çocukların ağlamadığını sanıyorum...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<br />
<br />Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-4205406723442913902017-11-01T15:27:00.003-07:002017-11-02T02:58:08.056-07:00Erinyelerle Sevişirken<div class="MsoNormal">
<br />
<b>Orestes'i öldürmeyi başaran, </b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1pvIPYMqf5spByeprBMViTveyvZNjhrVKJkMqyMkvPAP5udGcixFsBcBkUke57dA70y5FJiXccPsXtHWXVdkekmRuYCLOfMbQ5ro5_cF5JYJTbryVmMhSJVIBL7nMz4FsgaxWypS7mA/s1600/William-Adolphe_Bouguereau_%25281825-1905%2529_-_The_Remorse_of_Orestes_%25281862%2529.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><b><img border="0" data-original-height="836" data-original-width="947" height="282" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi1pvIPYMqf5spByeprBMViTveyvZNjhrVKJkMqyMkvPAP5udGcixFsBcBkUke57dA70y5FJiXccPsXtHWXVdkekmRuYCLOfMbQ5ro5_cF5JYJTbryVmMhSJVIBL7nMz4FsgaxWypS7mA/s320/William-Adolphe_Bouguereau_%25281825-1905%2529_-_The_Remorse_of_Orestes_%25281862%2529.jpg" width="320" /></b></a></div>
<b>Gecenin Kızları'na...</b><br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span style="background: white; border: none 1.0pt; font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%; padding: 0cm;">"Erinyalar veya ERINYES
Yun. mit. Cehennem tanrılarından İntikam tanrıçaları. Bunlar Zeus ile Olympos
tanrılarından önce bilinen en eski tanrılar arasında yer alır. Kronos ile
Gece’nin kızlarıdır."</span></i><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12.0pt; line-height: 107%;"><br />
<i><span style="background: white; border: none windowtext 1.0pt; mso-border-alt: none windowtext 0cm; padding: 0cm;"><br />
<br />
</span></i><span style="background: white;">Birçok gece geçti, geceler geçtikçe
içimde daha sessiz bir yer yarattığımı fark ettim. Bu ülkede olmayan bir
sığınma odası, huzur evleri yaşlıları almayacaktı. Ben şimdiden nasıl, nereye
gideceğimi bilmeden, bir çocuğun ve yaşlının sohbetinden zevk almaya
çalışıyorum. Dün gece yine bir kitabı yarım bıraktım, bıraktıkça, beni arkamdan
kovalar diye düşünüyorum. Yollar eskisi kadar gri, ağaçlar eskisi kadar kovuklu
değil. Tüm görüntülerin hızlıca geçtiği anlarda, karakterlere de
odaklanamıyorum. Sigara kullanmıyorum, kullanmak istedikçe bir başkasına
benzeyecekmişim ve sabaha kadar sigara içip ağlayacakmışım gibi geliyor. Bir
gün, bir ara, bir zaman aralığında bir şarkı dilime doldurmuştum, sabahları
onunla kalmamak için daha geç yatıyordum. Geç yatınca her şey daha çabuk
geçiyor belki de, en son ıslandığımda küçük bir çocuktum, yağmurlu gecede
birkaç insanın görüntüsüne hayranlık hissediyordum.</span><br />
<br />
<span style="background: white;">Bir aralık tokat yemenin de zevkli tarafları
olduğunu düşünmeye başladım. Manik dönemimde yazmanın aptallığını hatta
korkaklığını yaşadım. Otobüs yeterince yeşil ve beyaz, yollarda kışları kimse
olmuyor, sanki bir yolculuk yaparken bir başka dünyanın insanlarına bakıyordum.
Elinde torbalar olmayan amcalar, yüzünde tebessüm olmayan genç çocuklar,
kimsenin seviştiğine inanmadığım şehirde, yollarda taş toplayan belediye
görevlileri vardı. Onları elimdeki bozuklukları sallarken izlemeye tercih
ederdim fakat artık bize bir kart veriyorlar, onlarla, her şey elimizde, her
şey bir anlık, hiç kaygı duymadan, güvence altında her şey, korkumda bir şeyin
güvence altında olduğuna inandıktan sonra başlıyor, bu yüzden hiçbir romanın
karakterini tanımadan okumak istiyorum, bana ondan bir şeyler bahsettikçe,
sevdiğim, tanıdığım herkesin bir gün öleceğine inanıveriyorum. Daha
büyümediğimi fark ediyorum, kimseden nasıl intikam alınır bunun sorgusu
içerisindeyim. Her şeyde sorunun ben olduğumu söyleyen insanlar oldukça,
dışarının hani şu pencerenin diğer tarafındaki dünyanın nasıl olabileceğini
kurgulayamıyorum, Artık eskisinden daha gözlüklü ve suskunum, bir sorunum varsa
bu başkasına ait olduğunu sanmalarından kaynaklı, uzun süredir yazmıyorum,
kendimle nasıl intikam alıyorum. Çünkü güzel, başarılı, ve zeki biri değilim,
bunların hepsini varmış gibi gösterdikçe, kendimden intikam alıyorum.
Gecelerden sabahlara kadar öpüşen, sarılan uyuyan herkesten nefret ediyorum.
Bazılarımız ne kadar yanyana olsak bile, olsak bile, işte, cümlelerin sonunu
bırakıyorum, bile bile bırakıyorum, annem ölmüyor ve ben bu ülkeden de
gidemiyorum, ben odamdan bile gidemiyorum. Gece olmasını ben isteseydim büyük
ihtimalle olmayacaktı. Ben hala otobüsten dışarı baktıkça insanların yaşadığını
ve ölmemek için direndiğini görüyorum. Keşke her mevsim bitkiler gibi
ölebilseydik ve başka bir coğrafyada başkasını sevseydik, başkalarını da
sevmemiz gerekiyor, bitkilerde aldatmak yok, doğada aldanma yok, korkarım ki,
dinler doğadan daha saçma ve korkuluk kadar gereksiz yerlerde, kimse korkmuyor.</span><br />
<br />
<span style="background: white;">Geceleri intikam alabilmek için televizyonu
açıp, sadece anlamamaya çalışıyorum, biliyorum, annemin dizleri eskisi kadar
güzel değil, biliyorum benim de dizlerim daha çirkin olacak, ben ölmeyi başka
ülkenin buzul kaplı dağlarının görüntüsüne tercih ediyorum, peki siz babanızdan
daha çok sevecek bir köpek edinebildiniz mi? Ne turnam var ne de gönderilecek
selamım, olsa olsa, kendimi bile bile, isteye isteye, inat ede ede inandırdığım
insanların karın boşluğunu ısırmak isterdim.</span><o:p></o:p></span></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-24369224198541999182017-10-28T16:07:00.001-07:002017-10-28T16:07:40.490-07:00İyi Ki Beni Aldattın, Calimero.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyqiCInaUXPPFzotzsVKfNSDwPyRy8PFN_CDwoMM-v7R2LagIl7rv5j9KkbhZJVlE1oT8kB0Jggq0mxzu0v2XmShLiieEKtepan5Xq9ED-pvTQQEGG9Zno3hg6AxDfP_ZKbSvCBilvOg/s1600/Clipboard01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1149" data-original-width="1342" height="273" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhyqiCInaUXPPFzotzsVKfNSDwPyRy8PFN_CDwoMM-v7R2LagIl7rv5j9KkbhZJVlE1oT8kB0Jggq0mxzu0v2XmShLiieEKtepan5Xq9ED-pvTQQEGG9Zno3hg6AxDfP_ZKbSvCBilvOg/s320/Clipboard01.jpg" width="320" /></a></div>
<div>
<br /></div>
Uzun bir gece sonrasıydı. Musluğu defalarca açıp kapattım. İçeriye mi gitmeliyim, yoksa ne yapmalıydım. Eski bir buzdolabı olan yerdeydim ve karar veremiyordum. Her şey benim gitmemi söylüyordu. Sadece bir kez daha açtım ve hızla akan suyun sesinden sonra içime de böyle bir akma olduğunu fark ettim. Kapatmam gerekiyordu. Odaya hızla girdim. Sadece uyuyan bir kadın vardı, yatakta, kimdi, neydi, hangi üniversitede okuyordu, biliyordum. Bilmediğim şeyleri saklayan kadınlardan nefret etmişimdir. <div>
<br /></div>
<div>
Nefret etmişimdir, sonrasında çıkan şeyler beni delirtir. Not açıklanmaları, gece haberleri ve Pazar günleri aslında sevmediğim kuzenlerimin geleceği gibi. Bunları hep sonradan öğrendim. Erkek olduğumu da sonradan öğrendim. Bunu nerede nasıl fark ettim, bilmiyordum. Saçlarım vardı, gözlerimi kapatmasını beğenirdim. Bir de beni seven bir anneannem vardı. Hiç sonrası olmayan bir sevgiydi bu. Bunu anne ve babamdan intikam almak için, fermuara kasıklarımı sıkıştırarak, iğdiş etmek isteyerek yapıyordum. Canım yanıyordu. İç çamaşırı neden giymiyordum bilmiyorum. Çocuktum diyedir ama sonrasında hep acıyı içimde hissediyordum. Aklım böyledir, musluğu açık bırakınca iyi hissediyordum. Tekrar koşarak mutfağa gittim. Nefes alış verişlerimi düzene sokmam lazımdı. Bu bir aşk hikayesi değil bu arada, hala okumaya devam ediyorsanız, söyleyeyim. Evet, fotoğrafta bir kadın tebessümü paylaştım. Hikayenin sonunda onunla nasıl karşılaştığımı size anlatacağım ama ilk önce şu musluktan akan suyun beni nasıl dinginleştirdiğini iyice anlayın istiyorum. Açtım, hava soğuktu, soğuk bir şehirde okuyordum. Evli değildim, evlenecek kadar seviyor muydum bilmiyorum ama musluğu kapadığımda sadece içeri koşarak girmek ve kapıyı kilitlemek istiyordum. Bunu başarmalıydım, nefesimi kontrol edemiyordum, hemen yakın arkadaşlarımdan birini aradım, kendisi bana yine bakire bir kızla yattığını, onun ilki olduğunu ve her zaman bu konuda her kadına destek olacağını söylüyordu. Sadece gülüyordum, sanki her şey sıradandı ve biz saçma bir erkek muhabbetiyle tüm feminist kadınlardan intikam alıyorduk. Kapattıktan sonra musluğu açtım, bir bardak su koydum. Beklettim, suyun beyazlığı kaybolduğunda, hemen içeri koştum.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Uyandırmak için saçlarını okşadım, çekik gözleri bana iyi geldiği için hemen bakamadım. Saçlarını yeni kestirmişti, bir kere de kısa yapmıştı, ensesinden öpmek bana iyi geliyordu. Kuş gibiydin, diyordum, calimero'yu severdim. Söylenişini severdim diye öyle hitap ediyordum onu kızdırmak için. Sevdiklerimi sevme şeklim onları kızdırmak üzerineydi. Neden böyleydi, ben kimseyle sakin bir anlaşma şeklim olmadı. Sevgimi bile, laf sokma üzerine kuruyordum. Saçlarını okşadım, yanına çekmeye çalışsa da hemen uzaklaştım, bacaklarının üzerine oturdum. Ayakları yorganın altındaydı, bir mavi çizgili şortu olmalıydı. Tebessüm ettim, gerçek bir tebessüm, uzun süredir kendimi bu kadar iyi hissetmiyordum. O da mavi lensli gözleriyle bana baktı. Bu yaptığım şeyi hayatın boyunca unutmayacaksın dedim, yine bir sürprizdi sanki. Bir gülüş kondurdu, dişleri küçüktü, şu süt dişlerindendi ondaki. Onun güldürmek her zaman beni mutlu etmişti. Hep sevdiklerimi güldürüp, onlarla sevişirken susardım. Onlar konuşur,sevgi sözcükleri söylerlerdi. Ben bunu sanki, bir görevmiş gibi yapardım. Kapılıp gidemezdim, annem kimseyi hamile bırakma diye çok tembihledi. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Tokat sesinden sonra, duvara kafasını vurdukça, ben de kafasın vuruyordum. Aslında ikimizin yaptığı eylem aynıydı. O da kafasını vuruyordu, ben de onun kafasını. Ama bu hangimiz daha iyi yapıyorduk savaşı mıydı bilmiyorum. Bir çığlık koptu, ekmek keser gibiydi. Musluk sesi de yoktu, bu beni durdurmuyordu. Hiçbir bakire kızın ilk olmadım diyeydi. İlk olmak, musluk açmak kadar rahatlatmayacaktı beni. Biliyordum kadınların hemen ağlamasındaki acıyı. Annemi de çok gördüm. Annem babamı neden aldatmadı diye yıllarca düşündüm. O sıra birbirimize sarıldık ve kim daha fazla vuracak diye uğraşıyorduk.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Üçüncü kez beni aldatma sebebini konuşamayacak kadar yorgunduk. Yatağın üstünde durduk, insanlar korku dolu gözlerle bize bakarken, güldüm, büyük bir kahkaha attım. Suyu getirir misiniz dedim, evdekilere, koşarak getirdiler, ona uzattım. Sana ayırdım dedim, güldü o da , yüzümüz kıpkırmızı ve ağlamaktan yorulmuştuk. Sarılsak , hemen uykuya dalacaktık. Suyu bitirdikten sonra, insanların arasında, son kez sevişelim mi dedi, insanlar korku dolu yüzleri ne hale geldi bilmiyorum,arkam onlara dönüktü. Hayır, dedim. Sanki onu erkekliğimle, bana sahip olamamayla cezalandırıyordum. Sonrasında suyu koyar koymaz üzerime saldırdı ve omzumu ısırdı, ben de onun boynunu emdim ve kavgamız tekrar başladı. Nasıl öğrendiğimi konuşmadık, yorgunduk ve yataktan yere doğru kavga devam etti. Sırtımı eski, iki kapılı, üç gözlü dolaba sırtımı dayayarak, dinlendim ve o da dizlerime uzandı. Saçlarını okşayarak, bir şarkı fısıldadım. Eski, uyduruk bir şarkıydı sanırım. Sabah ailesi gelene kadar, o şarkıyı söylemek isterdim ama uyuyakaldım. Ailesi, neden birbirimizi ısırarak öldürmek istediğimizi sordu. Bakire olduğunu düşünen babasına, dini bütün annesi; kızımız orospu olmadan, alıp gidelim, diyebildi. Dünyanın en ağlanması gereken sözüydü. Üç gün, ağlayarak uyudum bu sözden sonra. Bir hafta da konuşmadım, kimseyle. Kedi bize bakıyordu. Eşyalar toplandı, ben ağlıyordum sonra musluğu açıp yüzümü yıkadım. Gittiler. O gün diğer ev arkadaşı yemek hazırladı ve sevişelim mi diye teklif etti. İyi geleceğini ve mutlu edebileceğini söyledi. O anda, pekala, dışarıdan ne istersin diye sordum. Bira alır mısın dedi, peki dedim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Evden çıktığımda, Antalya'ya bilet aldım. İki saatlik yoldu. Antalya hep bana acı vermiştir. Ne zaman aldatılsam, ne zaman yerime biri sevilse, ne kadar bana acı verecek şeyi duyacaksam, hep Antalya ile alakalıdır. Bira almaya, üç saatlik yola çıktım. O anda uçağa binme isteği geldi. Yolda indim ve ilk uçağa bindim. Rüzgarı çok olan bir şehirde indim,bunlar beş saat içerisinde oldu. Sabaha karşı bir otele yerleştim. Uzun bir sahili olan şehirde, yürümeye başladım. Gece Tanrı'ya dua ettim. Beş seneme karşılık bana on sene sonrasına gün verdi. O günü yaşayacağımı söyledi. Bugün, o günden tam on sene sonraydı. Tek bir gün için beş sene önce ölmek aptalca bir anlaşmaydı. Faust okumamalıydım.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Taşların arasından, denizin fotoğrafını çeken bir kadınla karşılaştım. Bu onun tebessümü. On yıl önceki hikayeyle alakası ne diye sorarsanız. Onu da ilk böyle tebessüm etmesinden tanıdım. O gece ve sonraki gecelerde onun tebessümüne bakarak uyudum, Mastürbasyon yapmadım, inanın, cidden sevgiyle baktım fotoğrafına. Sanki, çocukken oyunlarımız aynı gibi. Hep böyle masalsı aşklar yüzünden, katiller ve saç dökülmeleri yarattım. Saçlarını saç eliyle alnından arkasına attı. Bana bakarken, sanki rüzgarla beraber içimden geçiyordu. O anı, durdurmak isterdim. Üzerine şiir yazmak istemeyeceğin ama bir romanın kahramanı olarak kaleme alacağın bir bakışı vardı. Hep böyle olurdu. İnsanları tanımadan böyle yükümlükler atfederdim onlara. Aslında hiçbir alakası bile yoktur belki. Duygusal biri değildim, on sene geçmişti. Yaşadığım çoğu şeyi unutmuş, sadece görüntüleri hatırlıyordum. Yanına gitmek istedim fakat yanında geçtim kadının. Fotoğraf çekmeye devam ediyordu. Dönüp, sevişelim mi dedim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Hayır, demedim, içimden bu sözü söylemek de gelmiyordu. Ben onunla sevişsem ağlardım. Cidden, nedenini bilmiyorum. Ağlamak gülmek gibi bende sanırım. Neden seviniyorsam, hemen ağlamak geliyordu içimden. Yanına gidemedim. Çekingenimdir. Böyle kafamı esip yaptığım tek şey, gece yemekleridir. Çok severim, neyse konumuz bu değil. Tebessümünü bana, uyurken alnımı öpecek kadar içten biri olduğunu hissettirdi. Bu tebessüm, o tebessümün intikamıydı. Otel odasına gitmeden, tekrar geri döndüm, seni nasıldı, sadece bunu aklımla kurgulayamıyordum. Pardon, diye seslendim. Pardon, diye seslenmek benim ince ve naif biri olduğumun göstergesidir. Fidangör caddesine nasıl gidebilirim. Yüzünde ve gözlerindeki ciddi tavır, ilk baktığı andaki gibi değildi. Rahatsız etmiştim. Dolmuş geçiyor karşıdan, oradan gidebilirsiniz, diyebildi. Koskoca bir hayatın son cümlesi böyleydi. Belki de yazmaktan vazgeçtiğimin son cümlesi böyle olmalıydı. Kafka ya da Dostoyevski, Sartre'ın romanının son cümlesi gibi: Dolmuş geçiyor karşıdan...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu cümle ile sonlanacak bir mektup yazdım. Tebessümünü uzun uzun anlattım. Eksik olacak her şeyi tamamlayacak kadar güzelsin demedim, güzelsin hiç demem ben. Ben güzelsin kelimesi yerine, aslında güzel gülümsüyorsun dedim. Özür dilerim. Biliyorum başka bir kelime kullanarak, şairane yapmalıydım diye kendime kızdım ama olmadı. Bu sözcük, tebessüm kelimesinin sıfatıydı. Yoksa cümleyi tam anlamıyla, beş yaşındaki bir küçük evet küçük çocuğun sevgisini nasıl koyabilirdim. Tanrı seslendi o sıra, yağmur yağdı. Akşama tekrar o tarihe döneceğim diye, mektubuma devam ettim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Mektupta bir cümlede; annem gibi bakıyorsun dedim. Sonra silemedim, silgim yoktu. Merkezden de uzaktı, üstüne de karalayamıyordum. Bu cümleye bir anlam yüklemek zorundaydım. Sonrasında zaten mektup eline geçmeyecek diye vazgeçtim. Annem benim yol arkadaşımdı, daha fazla acı çekmesin diye çabuk ölsün diye çok dua ettim, olmadı. Tebessümünü düşündüm yine dizinin üstünde duran, gri kazaklı kadının. Alt dudağında, yara izleri ya da tüyleri vardı. Bir şey vardı alt dudağında ama sevmiştim. İnsan sevdiği ve anlam veremediği şeye dokunmayı ister. Ben de mektuba bunu yazıp, kelimelerin üzerine dokundum. İsmini bile bilmeden, otel odasının lobisine bırakacaktım, otelde öldürmeyecektim kendimi. Sonunda, bu tebessümün, kızında da olsun yazdım. Bir daha başka bir tebessüm görmek istemediğim için, intihar etmeye o anda karar vermiştim. İntikamı böyle alacaktım. Beni aldatamayacaktı, onun için büyük sürprizler ya da acılı geceler geçirmeyecektim. Beni aldatmayacak, benim sevgimi yok etmeyecekti. O gülümseme acıya dönüşmeyecekti. Bir daha bana dolmuş karşıdan geçiyor diyemeyecekti. Mektubun sonunda, yaşadığım için beni affedin yazdım...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Otelden çıktım, bir gül satan kadın ve dilenci çocuğuyla karşılaştım. Para istediler, cebimdeki yüklü miktardaki para arasından bir bozukluk verdim. Pek beğenmedi. Sonrasında, ışıklarda durdum. Karşıdaki dolmuşa koşar gibi, o heyecanla ve aklımdaki tebessümle koştum. O anda göz ucumdaki arabanın yaklaşmasıyla öleceğimi anladım. Tek sorun, mektupta bana araba çarpacak, kusura bakmasın, suç bende dememiştim. Üzgünüm, diye düşünürken, sanki karahindiba çiceğine üfler gibi dağıldım, hem de hiç önemli olmayan bir çöpü, atar gibi dağıldım. O uzun saçlı, fotoğraf çeken kadının tebessümü bile unuttum, sadece aklımda, yere çarpmadan, oteldeki musluğu açık bırakmanın sevinci vardı. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<br /></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-51771908778199404802017-09-07T16:44:00.002-07:002017-09-07T16:44:33.973-07:00Bay Kafka Ve Lal - PreRoman<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;"> </span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAbx1re_tbmY0r80uxv3ExJhI4NNzKc3hpfeqlyNV1fL1JbbFFL-Ng7jPxiz1lITy1T_DQhXQtkLxOfIAcisuVPqYDmnh9vuSHykPE5KgsY9mOWih6sktSI6jSwE8HCb5YZSwbsh8llg/s1600/Dosya_000.jpeg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="742" data-original-width="750" height="316" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjAbx1re_tbmY0r80uxv3ExJhI4NNzKc3hpfeqlyNV1fL1JbbFFL-Ng7jPxiz1lITy1T_DQhXQtkLxOfIAcisuVPqYDmnh9vuSHykPE5KgsY9mOWih6sktSI6jSwE8HCb5YZSwbsh8llg/s320/Dosya_000.jpeg" width="320" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">BAY KAFKA VE LAL<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="margin-left: 54.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">-<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;">
</span></span></span><!--[endif]--><span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ya da seni kendim doğurmuş olmayı
isteyecek kadar çok seviyorum.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="margin-left: 54.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">-<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> </span></span></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="margin-left: 54.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;"> Siktir git bu evden.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dedi.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Bunu
söylerken de gözlerini benden hiç ayırmadı. Bu kadar kararlı olmasını hiçbir
şeye bağlayamıyordum. Ondan güçlü değildim, ona saldıramazdım. Ne yapacağımı
bilmiyordum. Sanırım sadece ayaklarını kapanıp yalvarmam gerekiyordu. Saat
kaçtı? Mevsim neydi? Uzun zamandır neyi sevip sevmediğimi bile hiç bilemiyordum.
Sadece ondan ayrılmak istemiyordum. Bu sözü yazabilmek için ondan aldığım
kitapları okudum. Yazılar yazmaya karar verdim. Şiir yazmaya başladım, Türk
şairlerin şiirleri bana çok duygusal ve rüzgarda zıplayarak koşan çocukların
heyecanını verirdi. Ben bunları artık sevemiyordum. Sadece onu seviyordum,
sadece onun sevdiklerini, sadece anlattıklarını, ağzımdan sadece, Son kez
öpüşelim, yalvarırım, sözü çıkabilmişti. Beni kırmayacağını biliyordum. Sonra
gideceğimi ve eşyalarımı zaten önceden topladığımı da çok iyi biliyordu. Bu evi
ona bırakacağım konusunda da anlaşmıştık. Sadece onsuz kırklı yaşlarımın nasıl
geçeceğini düşünemiyordum. Şimdi bana bu kadar aşık olunmaz diyeceksiniz, eski
Alman romanlarındaki, kahraman romantik karakterlerden de değilim. Sadece herkesin
sekizinci, dokuzuncu tercihi olabilecek bir bölümden mezun oldum. Sonrasında
kitap okuyarak insanları etkileyeceğimin farkına vardım. Uzun süre okuduğum
kitapların kapaklarını otobüste ve metroda insanların gözlerine soktum. Onlar
da biraz eğilip göz atıp tekrar kafalarını çevirdiler. Anladığınızı sanıyorum,
kendimi aynada pek sevmeyen biriyim, baktığım zaman aynaya sadece yalnız
kalmamak için kendime katlandığım zamanlarım bile oldu. Bu yüzden onu kaybetmek
de istemiyordum. İsteğimi sigara yakmadan önce kabul edeceğini ve içerken de bu
evi terk etme sözü verip veremeyeceğimi sordu. Cevabı zaten biliyordu, sadece
bir sözleşme için taraflar birbirine sözlü onay vermesi gerekiyordu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Nasıl
tanıştığımızı size anlatmak istiyorum fakat onu da öpmek istiyorum. Bu yüzden
onu öpme isteğim, sizinle bu konuyu açmak ve kendimi övmeyi sona bırakmak
istiyorum. Çünkü ona karşı tutkum normal değildi. Öncekiler gibi değildi.
Farklı bakışı ve yüzündeki ben’in yeri bile tam istediğim gibiydi. Bu kadar
rastlantı olamazdı. Onunla yan yana oturduğum otobüste ikimizde aynı kitabı
okurken denk gelmemiz bizi buluşturan kadar diye nitelendirmiştim. Oysa
Tanrı’ya da kadere de inanmam. O anda kaderi kullanmak istiyordum. İnsanları da
kullanmayı bir zaman sonra çok sever oldum, inanmadığım şeylerde çoğunluğa göre
hareket ederdim. Teke tek yakaladığımda ise zaten karşımdaki insanı kolaylıkla
düşüncelerimi onaylatacağım için o zaman bahsederdim. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoListParagraph" style="margin-left: 54.0pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">-<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;">
</span></span></span><!--[endif]--><span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Daha bekleyecek misin?<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ona
yaklaşırken sadece altında siyah ve kalçasının yarısını kaplayan bir iç çamaşır
vardı. Yarısında lastik izi olmasını sevmediğim için, ona bile dikkat ediyordu.
Bunu nasıl başarıyordu açıkçası bilmiyorum . Suratında yine o sevdiği bordoya
yakın ruju ile karşımdaydı, ellerinde french ojeleri ve tırnaklarının ucunda
sanki hayatımı anlatan bir romanın ilk cümlesi duruyordu. Ne kadar da kendimi
düşürüyordum karşısında, sanki bunu bilerek yapıyordum. Onu ulaşılmaz yaptığım
için her seferinde kendimi Shakespeare gibi hissediyordum. Belki de bunu bile
hissetmiyordum. Önceden olsaydı, şu anda sinirle evi terk edip gitmiştim,
suratımı günlerce asar, telefonlardan engeller, internette başka insanlarla
konuşurdum.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Yaklaştığımda
aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum. Öpücüğünde tüm sevdiğim kadınlardan intikam
alıyordum sanki. Hepsi karşımda beni izliyorlar ve kafalarını sağa sola
çeviriyorlardı. Sevimsiz görünüyordum onların gözünde fakat bunu istiyordum.
Sonrasında alt dudağının dudağımdan hızlıca geçişini hissettiriyordu. Dişiyle
önceden olsa ısırır gibi yapardı, o anda ben de ayaklarını öpmeye eğilirdim.
Dökülen saçlarımı severdi ve her şey sanki yeniden filizlenirdi. Adem elmayı
yeme derdi, Havva ısırırdı, cennetten kovulurduk, sonra ben bir iş bulurdum, o
ise kitapları ayırırdı, yemek yaparken birlikte Nietzsche okumayı seçerdik,
Zerdüşt bugün yeşil mercimek yapmamızı buyurdu, dedikçe gülüşüm görünürdü.
Bıyıklarımı kimse güldüğümü fark etmesin diye bu kadar uzatıp tüm edebiyattan
intikam alıyordum aklımca. Cennet dediğimiz yer, insanın birbiriyle
konuşmasıymış oysa. Saatlerce konuşmayı seçerdik, bunları sonra sadece
cumartesi günleri yapmaya başladık, sonra iki haftada bir derken, sustuk.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Dudakları
hala dudağımdaydı, sanırım birkaç saniyelik bir öpücüktü ama ben şu anda
saatlerce anlatacak kadar hissettiğim yalanıyla yaşıyordum. Çünkü önceden uzun
öpüşmelerimiz, az sevişmelerimiz olurdu. Erken boşalma sorunu yaşadığımdan
değildi, sonrasında saçlarımı sevmesi,beni daha mutlu ederdi. Uyku sorunumu
onun feministleri kıskandıracak mor ojeleriyle çözmüştüm. İnsanın hayatında,
ruh eşi dediği insanlardandı. Bunu sol gözünde katarakt olan o falcı da
demişti. Bir insanın eşcinsel taklidi yapması kadar inandırıcı olmayan o falda
bundan bahsetmişti. Yakın zamanda eş ruhun seni bulacak, demişti. Ben de yine
aynı fallar diyerek devam etmiştim. Bu geleceği daha çok yaşama duygum yüzünden
çoğu zaman hata yaptığımı da düşünüyorum. Bu kadar düşündüğüm için saçın
dökülmüştür, çok okuyorsun diye mi gözlük takıyorsun gibi soruları da
sormamıştı. Belki de merakını benim fiziksel özelliklerime yaklaştırmayan
insanları daha çok seviyordum. Çünkü karşımda bana benzer biri yoktu, aynadan
bahsediyorum. Kendime baktığımda hızlı yaşlanmayı çocukluktan seçen ve
arkeologların bile bulamayacağı umutlarını parka gömen bir çocuk duruyordu.
İşte, onu gördüğüm zaman, tüm dünya çocuklarına sarılıyormuş gibi
hissediyordum. Bir taraftan da ona “ Sen benim her şeyimsin.” diyecek kadar da
özgüvenimi kaybetmemiştim. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Öpüşme
düşündüğünden daha da kısa sürmüştü Bay Kafka’nın. Merhaba sevgili okuyucu, az
önceki satırlardaki lafı uzatmaya seven arkadaş, birkaç saniye öpüşme sırasında
sağ bileğini kesti ve şu anda son bir öpücük almak için kan akışıyla savaşıyor.
<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Size
kendini acındırmak ve aklınızı bulandırmak için bunu yaptı. Çünkü bileğini
kesmek için algınızı dağıtmak istiyordu. Öpüşme konusunda isteksiz olan Lal
ise, son isteğini gerçekleştirmek adına bunu yaptı. İntihar etmenin melodramatik
halini yapmak istemişti, bunu tasarlamıştı, zaten ayrılacaklarını biliyordu ve
son kozu olarak söze başlarken ki ilk cümleyi bir kitaptan aldığını ya da
değiştirdiğini düşünüyorum. Bileğinden akan kanlar artık onu ayakta tutacak
kadar sıcak değildi. Gözlerini yavaşça yumdu, öpücükten sonra Lal, üzerini
değiştirmek için elbise dolabına yaklaştı. Açık olan elbise dolabından en son
yeni aldığı bir trençkotu koymuştu. Rengi istediği gibiydi ve ucuza satın
almıştı. Bunun mutluluğunu bugün hiçbir şey bozamayacağını söylemişti. Belki de
bu yüzden Bay Kafka’nın bileğini kesmesine tepki göstermemişti.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Üstündekileri
çıkarmak için ayna karşısına geçti. İlk önce üzerindeki salıncak illüstrasyonlu
tişörtünü çıkardı ve mavi askının içine yerleştirdi. Bu arada ağzına Pink
Martini adlı gruptan bir parça takılmıştı, sadece mırıldanıyordu. Mavi fırfırlı
eteğini ve beyaz külotlu çorabını önceden çıkarmıştı, çünkü kendisini öyle
görmek istiyordu. İntihar öncesi son hayata tutunuşları olacağı için Bay
Kafka’nın buna da olumlu yanıt vermişti. İç çamaşırını çıkardığında biraz kan
geldiğini fark etti. Zaten tüm gerginlik pms sendromunun yüzündendi. Adet
gününden önce olan şişkinlikler ve gerilmelere hala alışamamıştı. Ped almaya da
alışmamıştı. Tüm aksilikler üst üste geliyordu. Lal, bu durumda hemen sigara
yakmayı öğrenmişti. Tuvalete hızlıca koştu ve peçeteleri toplayıp kasığının
içine yerleştirdi. Bu biraz idare edecektir, diyerek zaman kazanmıştı.
Sigarasını çantasından alıp, bu sefer mutfağa koştu. Tedirgin olduğu zamanlardan
odadan odaya koşmayı, gezmeyi severdi. Mutfaktan da kibriti alıp, yaktı,
kokusunu içine çekti. Çocukluktan beri çok severdi. Kokular haricinde geçmiş
hakkında herhangi bir şey hatırlamıyordu sanki. Bay Kafka yerde yatıyordu.
Yanına geldi, kontrol etti ve “ Daha ölmemiş” dedi. Bunu nefes
alışverişlerinden değil, burnuna tuttuğu ateşin sönmesiyle fark etti. Elbise
dolabından puantiyeli tuniğini aldı, altına da fileli eteğini aldı. Tunikte
beyaz bir yaka da vardı, her zaman giymeyi istediği elbiselere artık sahip
olmanın tebessümü yüzüne vurmuştu. Aynadan sigara tutuşuna baktı. Üniversite
zamanından bir arkadaşının içme stilini denedi ve çok hoşuna gitmişti. İçerken
küçük parmağını diğerlerinden ayırarak kendine özgü bir şekil vermişti. Bu
duruma güldü, kahkaha atacakmış gibi oldu ama utandı, dudağına sürdüğü rujun
izi dişlerine bulaşmıştı. Gözüne kalem
çekmek için çekmeceden makyaj malzemelerini çıkardı. Hepsini koklayacak zamanı
yoktu. Siyah bir göz kalemi, rimel derken, makyajını tamamladı. O arada sigarasına
bulaşan ruh izine takıldı. Dakikalarca bakmayı istiyordu aslında, eline,
bedenine göre büyük göğüslerine, kalçasının beline uygun haline, dişlerinin
büyük ve dudaklarının etli oluşuna, gözlerinin çekik ve beyaz tenli olmasına.
Sanki modern dönemin Roma mitolojisindeki Venüs’tü. O kendini aslında intikam
perileri Erinyalar olarak görüyordu. Hiçbir şeyi unutmuyordu, bedenine, ruhuna
yapılan çoğu şeyin intikamını başkasından almaya çalışmakla zamanını
geçiriyordu. Sonra yerde halıya bulaşan kanı fark etti. Gözleri büyüdü, göz
rengi herkeste olan göz rengine benziyordu, sadece biraz büyüktü, aslında
birazdan daha çok büyüktü göz bebekleri. Sanki Japon animelerindeki kadın
karakterlerinden biriydi. Japonca bilmezdi ama hayatın bir anime tarafının da
olduğunu ve bunun ancak uzak doğuluların görebildiğini düşünenlerdendi. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Kan
izlerini takip etti. Sigarası bitmişti ve çoktan tırnağıyla kül tablasında
ezmişti. Bay Kafka’nın bileğine baktı ve çığlık atarak yanına koştu. İmdat
sesleri arasında onu kaldırmaya çalışıyordu. Göbeğinin biraz açık olduğunu ve
dışarı çıkan nefret ettiği göbek deliği kılları akan kanın üzerinde kağıttan
bir gemi gibi geziyordu. Çığlıklar ve gözyaşı arasında boğulan Lal, Bay
Kafka’nın gece yeme alışkanlığını sonlandırdığı için mutluydu. Sırtına almaya
çalıştığında, çenesi koltuğa çarpan Bay Kafka hiçbir tepki göstermedi. Kapıya
kadar taşıdıktan sonra zil çaldı. Ağlayışlarına komşuların yardıma koştuğunu
düşündü. Kapıyı açar açmaz, Bay Kafka, başının arkasını kapı eşiğine çarptı,
sanki anahtarı bulduktan sonra yere atılan bir çanta gibiydi. Karşısında
omzunda on dokuz litrelik damacanayı tutan görevli vardı. Su getirmiştim, dedi
ve yutkundu görevli. Hemen boşu getiriyorum diyerek mutfağa koştu. Bir saat
öncesinde suyun bittiğini fark edip söylediğinde bu kadar geç geleceğini tahmin
edememişti. Çay yapacaktı oysa, kahve bile içemeden güne başlamanın etkisi diye
bir şey olmadığını yıllar sonra anlayan Lal, evinizde paralı su var mı, diye
soran insanları antipatik bulurdu. Bazı sözcük öbeklerini sevmezdi, bazılarını
da defalarca tekrarlardı. “ Müptezel” ya da “ Hissikablelvuku” gibi sözcükleri
çok severdi ama yazılışları konusunda dakikalarca düşünürdü. Birkaç harfin yan
yana gelmesinde bir hata olduğunu düşünse de yazılışları doğru olurdu. Peki,
neden dakikalarca sanki ilk defa görmüş gibi hata arıyordu, bunu sorgularken
yanından geçen kediyi sevdi ve bu sorguyu sonlandırdı.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Boş
damacanayı getirdikten sonra paranın üstünü veren görevli, yerdeki Bay Kafka’ya
bakmamak için doğalgaz sayacının ne kadar yaktığını, rakamları aklında
tutabilecek mi bakalım gibi kendince zeka oyunları yapıyordu. Görevli parayı
aldıktan sonra hızla apartmanı terk etti. Zaten kot 1 dairede yaşadıkları için,
uzaklaşması çok zaman almadı. Çığlık ve gözyaşı tekrar başladı. Sesi gittikçe
boğuk bir halde duyulmaya başladı. Bay Kafka’yı kucağına almaya çalışırken
külotlu çorap, bacak arasından başlayarak yırtılmaya başladı. Sakın, sakın diye
sinirlenerek, “şimdi kanamanın zamanı değil” gibi garip bir tepki verdi.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">15.
Eylül 2008 <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Saat –
19:21<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">21 Ekim
2018’de kendimi öldürmeyi planlıyorum. Bay Kafka adlı mahlasla yazı yazmaya
başladım. İlk başta eğlenceli yazılar yazarken, hayata karşı bir duruşum olması
gerektiğini fark ettim. Bir gün ölürsem adlı öykümü yazdığımda fark ettim.
Hiçbir zaman bir mirasım olmayacak, zaten ölmeye yakın olduğumu fark ettiğiniz
zaman kitaplığıma bakmanızı tavsiye ederim, büyük ihtimalle bütün kitapları
satıp, şehirlerarası yolculuklara çıkacağım, göl kenarlarında oturduktan sonra
iki şehirden birisinde hayatıma son vereceğim. Bunlardan biri soğuk, birisi de
en sıcak şehirlerden biri olacaktır diye düşünüyorum. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">Ölümümdeki
etkisi olan üç insandan bahsetmek istiyorum. Şu anda biri hayatımda ve
sanıyorum ki ondan sonra kimse hayatıma girmesine izin vermeyeceğim. Onların
isimlerini vermek istemiyorum. Benim onlara verdiğim isimlerden yola çıkarak
onları bulacağınızı biliyorum. Birincisi İstanbul’da yaşamakta, Çehov dövmeli
kız olarak onu adlandırdım, sağ elinde Rusça Çehov yazan bir dövmeyle yaşamakta,
ondan bahsettiğimde Ç olarak söze devam edeceğim, bir diğeri ise, Shizuka
adındaki bir oyuncak bebek olarak nitelendirdim. Son ve şu anda hayatıma son
vermeme kararı aldığım Mona Rosa adlı şiiri çok seven kadın olarak bahsetmek
istiyorum. Mona Rosa, benim hayatımı alt üst etmesine izin verdiğimde çok
küçüktüm. Ona bakarken benim kurtarıcım olduğunu düşünüyordum. İsa gibiydi, ben
ise Tanrı’nın sözlerini insanlığa aktaramayan Musa’ydım. İçime kapandıkça o
daha mutlu olduğunu fark ediyordum. Şu anda hayatımdan ne zaman gidecek diye
bekliyorum. Ben kimseden ayrılamadığım için, benden nefret etmesini sağlıyorum.
Bu yüzden fotoğraflardaki sırtı dönük kadınların bir gün beni seveceğine
inanarak çocukluğumu geçirmiştim. Ölümüm, sizleri özgürleştirecek diye düşünüyorum.
Beni on senede unutacaksınız ve ben de size kendimi hatırlatmak için bu mektubu
ölmeden önce cebimde taşıyacağım. Siz beni öldürdünüz, beni sevme tarzınız beni
öldürdü, beni inandırdığınız sevgi sözlerinin sadece bana ait olduğunu düşünmem
beni öldürdü. Kısacası, sizin en mutsuz zamanlarınızda sizi mutlu etmek için
Tanrı tarafından gönderilen melek olduğumu sanıyordum, palyaçonun korkunç
olduğunu büyüdükçe öğrendim. Öldüğümü öğrendiniz, ölü bir adamla zamanında
uyudunuz, ona baktınız, sırtınızı döndünüz, ona gülüp, seni seviyorum dediniz.
Şimdi, bu mektubu okuduğunuz gece sadece beni düşüneceksiniz, ben de sizden
yılların acısının intikamını alacağım. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span class="MsoBookTitle"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt; line-height: 107%;">II.<o:p></o:p></span></span></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-7612996068054474882017-08-03T01:25:00.000-07:002017-08-03T01:52:26.688-07:00Tiyatro ve Taciz Notları : Ayak Feministleri'ne<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK11IwgNMiANDPGQZfhyEjtuBii8pcjB-8cpA4Tr6iaUqttXhM3Nlp5s0341vO7Na4HLK3pnQfTsoalTdZQO_l9AMb6C_OMK5W3sraoCVpt9VQoAwE4aqzdtX3q3h3bwSkBOrItPLHyQ/s1600/Shakespeare-party-hat-noodle-bowl-205x283.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><i><img border="0" data-original-height="283" data-original-width="205" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK11IwgNMiANDPGQZfhyEjtuBii8pcjB-8cpA4Tr6iaUqttXhM3Nlp5s0341vO7Na4HLK3pnQfTsoalTdZQO_l9AMb6C_OMK5W3sraoCVpt9VQoAwE4aqzdtX3q3h3bwSkBOrItPLHyQ/s1600/Shakespeare-party-hat-noodle-bowl-205x283.jpg" /></i></a></div>
<b>Bir Tiyatro Mezunu'nun Tutti Frutti Kızına Dönüş Hikayesi</b><br />
<br />
<br />
adlı bir yazı okumayı düşlüyorsanız, üzgünüm, burası yeri değil.<br />
<br />
<br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Tiyatro, taklit ile doğdu. İlkel insanlar, avlanmayı, ölüm törenlerini taklit ettiler sonrasında toplum geliştikçe bu sanat halini aldı. Bu zaman sürecinde eril zihniyet, kültürü insanlığın önüne koydu ve artık eril sistemin dişlilerinden oldu tiyatro.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Hocalarımdan bir tanesi sahne üzerinde ; <b>"Tiyatro faşist bir sanattır bebeeem" </b>derdi. Benim uğruna dört yılımı vereceğim, sonrasında hayatımın odak noktası yapacağım sanat, devrimci sanıyordum. Antik Yunan'dan itibaren sahneye çıkanlar, Ortaçağ'da sahneye çıkan fahişelerden ne farkımız vardı günümüzde. Bu süreç içerisinde, gerçekten de çoğu metinde kadın sorunu odak olsa da, tamamen eril bir dil vardı. Dilin değişmesi gerek diye düşündüm. Kendi dilim, toplumun dili, sanatın dili. Dil ile başlardı, dil ile varlığını sürdürdü. Shakespeare vardı, Moliere, peki kadınlar yazacak bir şey bulamıyor muydu? Virginia Woolf dedi ki; kendimize ait oda gerek. Odalarımız da oldu. Anlatacaklarımız yine faşizme mi dokunacaktı. Biz hani, insanlara sağ duyusunu anımsatacaktık.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Okulların kısmı faşist eğitiminin yanını sıra kadın akademisyenlerin de sisteme bağlılığını görmüştüm. Bu süreçten sonra Kadın Çalışmaları eğitimi almak istedim. Metinleri tekrardan ele alıp, günümüze toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine düzenleyebilir miydim? Faşizmi, hümanist ve feminist çerçeveye çekebilir miydim? Fakat Semih ve Nuriye kadar aç kalamayacaktım. Yaşamımı sürdürmek için bu alanda, eril cinsiyetini fark etmeyen çocuklarla cinsiyet eşitliği göz ettiğim oyunlar çalıştım. Kadınlar, Cadılar, Prensler ve gündelik işlerin ortaklığını anlattım. Çalıştım. Faşist değildim, çocuktum onlar kadar. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bu süreçte işi pazarlaman gerekiyor. Bu yüzden tiyatroyu sahiplenen, pek çok sözde sanatçı ile diyaloğa geçtim. Sanırım <b>Tiyatro ve Taciz, Travma</b> arasındaki 3 T teoremini şimdi fark ettim. İlk konuşmada <b>"ne kadar güzelsin" </b>, <b>"kiraz dalı gibisin"</b> ,<b> " senin gibi kadınlar tiyatroya gerek " </b>, hatta ünlü oyun yazarları <b>" sen beni ararsan oyunumu ücretsiz sahnelemene izin veririm "</b> Peki bu insanlar neden kadın olduğum için özel bir ilgi bekliyorlardı. Sonra bu durumu, kendi alanımdaki "kadın çalışmaları" bölümü arkadaşlarıma paylaştım. Temmuz ayının sonu, pek sıcak, hepsi tatilde, bazıları fasulye kırıyor, bazıları instagram'da hikaye paylaşıyordu. Herkes<b> ayak feministiydi.</b> Ben bu konuda neler yapabilirim diyebildim. Sonra insan anlıyor ki; yalnızsın! Bir savaş vereceksen, insanları sen toplayacaksın. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Bu sanatçıların hepsi sosyal demokrat, anarşist ya da iktidara sözü olan insanlar... Kadın cinayetlerinde en önde, mor bayrakları, <b>Özgecan, Çilem, 5 Aralık, Kahrolsun Erkek zihniyeti, Çiçek Babandır, Erkeklik böyleyse biz erkek değiliz</b> gibi dövizlerle yükselen kalın sesleriyle göğü delen erkekler...</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Dehşete düşüyorsun fakat bu hep böyleydi. Kadın ise, yükselmek istiyorsan, birinci asistan olmak, yönetmen olmak, faşist sanatta sen de yer almak istiyorsan, bir şekilde tanıdığın da yoksa, insanlardan tiyatro sahnelemek için güzel metinler ararken kendi bedenini ortaya koyman gerekiyor. Kaç kadın, bunu yaşadı dedim. Hatta İzmir Devlet Tiyatrosu'nda bir yönetmenin Amerika'da okuttuğu kızına, <b>"oyuncu olmayacaksın, yönetmene vermek mi istiyorsun," </b>demişti. </span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Kiraz dalı değilim, herhangi bir meyve ile tanımlayacak bir görünüşüm yok. Sadece bu ülkede tiyatro üzerine çalışan, biriyim. Kadın, erkek olmak ayrıştırıcılığı olmadan. Sevgili muhafazakar olmayan ama erkekliğini insanlar arasında bastıran insanlar. Profeminist, aktivistlik saklambacı, sosyal medya tacizlerinizi örtmüyor. Olmak ya da olmamak, en büyük mesele bu diyen Shakespeare'e karşı aklıma gelen "<span style="background-color: #fff9e9;">Acaba hiç kendim olmuş muydum? Hiç kendimiz olduk mu? Görevlerin birlikte götürülmediği bir yerim oldu mu hiç?"</span> diyor Adalet oldu. Hiç erkekliğinizin olmadığı bir yerde tiyatro ile ilgileniyor musunuz?</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Tiyatro, taklit ile doğdu...</span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-38630332735564817862017-06-18T12:28:00.004-07:002017-06-18T12:31:52.413-07:00Kadın Babam.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7fnLW6iQiCzykpC4am3HDuoKu_BtJ0rPFSF4Vhtp0kFes1_p7vtVRY7mcwnkPns71_6UUDNY2jwSj6X0xCwaJMsiqzD1pufKrJtNzGEfA4oTjeavDlLWvFFrV6wyixigenoMThkVcgw/s1600/Clipboard01.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="717" data-original-width="1348" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7fnLW6iQiCzykpC4am3HDuoKu_BtJ0rPFSF4Vhtp0kFes1_p7vtVRY7mcwnkPns71_6UUDNY2jwSj6X0xCwaJMsiqzD1pufKrJtNzGEfA4oTjeavDlLWvFFrV6wyixigenoMThkVcgw/s400/Clipboard01.jpg" width="400" /></a></div>
<div>
<br /></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Geceleri hep geç uyumamı kuşları izlemeye borçluyum. Bilirsiniz, tecavüz sonrası doğdum, yaşama böyle adım attım. Babam, bu ülkede karısını döven, aldatan ve pek çok sevimsiz şeyi yapan bir orospu çocuğuydu. Babalar gününde ellerimle yaptığım uçakla pilot olacağımı ona anlatmak isterken, pek çok kez dayak yedim. Ben çocukluk hiç bitmeyecek sanıyordum. Müebbet hapis gibi olacak ve arkadan hep aksak, ritmi bozuk, duygusal şarkılar çalacak gibi geliyordu. Bu süreç içerisinde hayatımda en çok korktuğum insan oydu. Elinde muazzam bir güç vardı. Her şeyi parçalıyor, yakıyor, kimseye karşı herhangi bir çekincesi yok sanıyordum. Hiç büyümeyeceğimi bildiğim için bunlardan nasıl kaçacağımı düşledim. Başka bir dünya yaratmayı nasıl becerecektim. Nasıl baba olacaktım, erkekliği nasıl yıkacak, annemin yediği dayakları, içine aldığı penisi nasıl kökünden kesecektim. Babalığa nasıl son verecektim. Bunları düşünürken, karınca duası asılı olurdu kapıda. Hep umutla güzel şeyler gelecek sanarak, çocukluğumu babamla yaşayamadım. Kendi dünyamda birileri yaratarak, kimsesizliğin dünyadaki en büyük babalık olduğunu fark ettim. Sonra arkasından Lal geldi, onu yarattım, iyi bir baba olacağımı düşünerek, kadın duygusallığıyla, yeri gelince belimi kapatarak, yeri geldiğinde sığındığım, saklandığım kadınlığın, içinde mutsuzluğa inanarak. Böyle geçti yıllar, 30 babalar günü geçirdim hayatımda. Hala ne anneyim, ne babayım. Tüm bu babalık zırvasını, Türkiye'de tecavüzle, kadın ölümleriyle, şiddetle, kurallarla, iş önceliği ve pek çok kalitesizlikle yaşadım. Herkesin babası özeldir. Bazıları ölüdür, bazılarının yeri belli değildir. Babalar, tam bir orospu çocuğudur özünde. Siz sadece size ayrılan zamanı gördüğünüz için böyle sevdiniz. Üzgünüm, ben pek çok babayla yattım, pek çok babadan geçtim. Bu yüzden, şairane sözlerle öven Can Yücel'den, İsa'nın babasına kadar hepsinin zulmünü yaşamamak için baba olmamaya karar verdim. Baba olunca anlarsın, anne olunca hissedersin gibi şeyler yüzünden, kimsesizliğe daha güçlü sarıldım. Vajinası parçalanmış anneler, kumandayı mastürbasyon tutar gibi tutan babalar. Her türlü iktidara hayran kadınlar, anneler, kızları, oğlanları, ekonomik güçlülükleri. Bu kandırmaca ile yaşamımız devam ederken, babasız evlerin nefesini soludum. Kadın gibi bir baba olmak için toplumsal cinsiyet okudum, feminist oldum, pek çok renge, ırka, ayrımcılığa karşı gelmek için kendimi adadım. Sözlerimde kadın ya da erkek olmayı toptan yok ettim. Şimdi mezarımda yazılacak sözü arayarak, kadın gibi bir babanın hikayesini yazdım. Kadın gibi neyse, erkek gibi neyse işte. </span></div>
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Her sevişmeden sonra erkeklikten nefret edip, evde hamamböceği arayıp öldürüyordum. Bu ülkede çocuklara tecavüz edip, çocukların hakkını ölümle, şiddetle çözmeye çalışan babalar varken, günler her daim kutlu olacak. Anlamsızlıkla babalarımızın iktidarını alkışlayacağız. İsa'dan sonra her salı regl oluyorum.</span><br />
<div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div>
<br /></div>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-3919106674505079122017-06-05T14:30:00.002-07:002017-06-05T14:30:35.597-07:00Evli Werther'in Acıları<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsEVGZ077vhxnDkjBZIBujecwyPST7S1EPiOl0kzEgvIicBULqkm6yICtQLoPbCaO_vzy4-JmL3iG7zbHHl_027PX85MkQh_z_PTZLXi-HAo5rd5D2qWxfkZUawUiUuntWr5uFMA6LLQ/s1600/brest-brest-brest-collage-alimentaire-05-677x920.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="920" data-original-width="677" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsEVGZ077vhxnDkjBZIBujecwyPST7S1EPiOl0kzEgvIicBULqkm6yICtQLoPbCaO_vzy4-JmL3iG7zbHHl_027PX85MkQh_z_PTZLXi-HAo5rd5D2qWxfkZUawUiUuntWr5uFMA6LLQ/s320/brest-brest-brest-collage-alimentaire-05-677x920.jpg" width="235" /></a></div>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Seviştikten sonra ıslak mendil aramaya başladım. Belimize kadar soyunmuş ve büyük bir uğraş veriyorduk. İkimizde titremeden sonra uzun süre birbirimizin hareketsizliği sinsice izledik. Hangimiz daha yorgun ise ona göre daha çok zevk aldığını bildirecekti. Bu sessiz ama bir o kadar da gizli bir anlaşmaydı, çoğumuzun Tanrı ile yaptığı gibi. Bu yüzden dünyaya geldik, kısa bir soruya cevap verdik, nasıl alırsın sorusuydu bu Tanrı'nın. Bunun üzerine tüm yaşamımızı dengeleyecek bir anlaşmaya söylem yarattık.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><i>Biraz esse.</i> </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Böyle söylemiş olmalıydım, çünkü zaten durduğum yerde rüzgar esmesine imkan yoktu. Odanın her yanı kapalıydı, duvarlarda nefes alacak alanlar yerine, canımızın istediği zaman açabildiğimiz pencereler yaratıp, onları özgürlük kıldık. Ben bunun yerine sadece bir ıslak mendile ihtiyacım vardı. Yavaşça çözülmüş gibi konuşmaya başladık," duşa gireyim, dışarıdan yemek mi söylesek, saati kurdun mu?" gibi birbirinin üzerine atılan suallerle devam etmek yerine ben bu sefer, bir başka sorunsalımızı dile getirdim.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Islak mendil nerede? </span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Bu yüzden yavaşça ve biraz da panikle birbirimizi kontrol edercesine kalktık. Yatağın altına baktık ama bir şekilde vücudumuzdan beyazlıkların akmasını önlemeliydik. Bunu yapabilmek için ise hareket etmemiz gerekiyordu. Bunu yapamazdık yoksa ellerimizi açarak, içine damlayacaktı. Bunu zaten yapsaydık neden beraber olurduk diye düşündük ve kuralladık bunu. Avuçlarımızı kendi ihtiyaçlarımız için açmayacaktık, sanki şimdi çok farklı yapıyoruz da. Yatağın üstüne basmak yerine, sırtımdan destek kurtulmaya çalışıyordum. Gözü üzerimdeydi. Bir Nazi subayı gibiydi, sanki birazdan biraz daha damlasa hayatımın sonu olacak, belki de kalkar kalkmaz hızlıca kendimi banyoya kilitlemeliydim. En azından hayatımın mahkum olma sürecini içeride yaşardım. Bunu yapacak cesaretim yoktu. Karşımda hareketsiz duruyordu. Damlaları izlercesine kasıklarımda, onları yere damlatmamak için yavaş hareketler ediyordum. Sırtım ve kalçamdan destek ala ala ilerledim. Bir zaman sonra gözlerindeki tehlike büyüdü ve sen bulacaksın ıslak mendili, ben yürüyemem şimdi dedi. Bu görevde bana kalmıştı, büyük bir panik içindeydim.</span><br />
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: Trebuchet MS, sans-serif;">Zaman geçtikçe yataktan ayrılsam da beyazlıklar yavaş yavaş şeffaflaşmaya başladı. Bu tam bir felaketti, büyük bir tehlike anlatabildim mi? O anda her şey daha akışkan ve sert olacaktı. Düştüğü yerde beyazlaşacaktı. Kuruyacaktı, derinin üzerinden çıkarmak adına, lif kullanacaktık. Islak mendili bulmak için yavaşça yere yakın kalkmaya başladım. Aktığını fark ettim, ayaklarımla kasığımın birleştiği noktadan, sanki bir bahçede huzur bulmak gibi ve o bahçede sadece her şeyin, bir başka şeyden uzak olduğunu düşündüğümüz andaki rahatlık gibi, akmaya başladı. Artık bana arkasını dönmüştü partnerim, Biliyordu, düştüğü yer beyazlaşacak, ruhumuza damlayan bir kar gibi, ıslak mendili bulamayan bir yeteneksizin öcünü alacaktı. Yürürken nefes nefeseydim, Akmaya başladıkça zevk aldığım bir şey haline dönüştü, ilerledikçe ben daha da eğiliyordum. Sanki bir oyunda belden kırar gibi, herkesin alkışını alacaktım ve biramı yudumlayacaktım. Burası Oktoberfest değil dostum diyen Hitler vardı. Nefesini derince aldı, sütyenin izleri bulunan meme altını kaşıdı. Sonrasında sigarasını yaktı ve döndü. Ben ona göre komik bana göre dünyanın en acınası insanının çaresizliği diye adlandıracağım yürüyüşle, banyoya gittim. Islak mendili bulmak için, beyaz sabun kokan dolabı açtım. Artık ayak bileklerime kadar akmıştı. İçeriden "Heil" diye bağırmayan, vereceği her erkeğe istediği an bunu söyleten kadının, nefes çekişleri geliyordu. Artık ayaklarımın üzerine akması için sağ ayağımı kaldırdım, kavis yapması adına da sola doğru bir bükme ile yol değiştirmesini sağladım. Tek ayağımı kaldırdım. Islak mendili tek ayakta ararken, bulabilmek için, gözlerimi değil, tamamen içgüdüsel karanlıktaki hislerimle buldum. Açması için yardım edecek kimse yoktu, bu zor görevi tek başıma başarmalıydım. Şimdi ayağımı kaldırdığım anda önceden iz bıraktığım bacağıma bir soğukluk geldi. Eğilip, ayağımın üzerinde biriken, spermimi sildim. Sonrasında aynı mendilin tarafı ile yukarıya doğru temizledim. Sanki içime umutlar doluyordu. Her şeyin daha iyi olacağı ve güneşin ışığının umudunu yüreğimde hissedeceğim o anı yaşadım. Serin, diğerinden çok çok farklı bir ıslaklık. Sonra aynı ayağımın ucuyla çöp kutusuna bastım. Islak mendili içine attım. Seviştiğim kadın, işemek için oturdu. Bir dakikadan az bir şekilde konsantre halde işedi. O tuvalet kağıdını aldı, basit bir silme eylemi ile sildi, o da sağ ayağını kullanıp, açtı, çöpe attı. Demek ki, bütün emekler sağ ayağımızı geliştirmek içindi. Dediğim gibi, o kuru olanı kullandı ve biraz zaman sonra, gerçekten de sıradanmış gibi, çöpe attı. Işığı açık bırakmadı. </span>Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6429236201480930759.post-23679258836240468732017-06-04T13:03:00.003-07:002017-06-04T13:05:07.742-07:00İzmir Onur Yürüyüşü'nde Oturdum, Ağladım.<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgH7p8sJFjvJcxl99H6j8qOWmVuBUzmtf0g-a5uKG-J_qfvghJjsW01r0bqTpPqtDeI3G5gdVKV0ocXA6_BD6pRjPo6Fo5sItLcHcNlF7miUQTV0Uw4H_zuzNSiquheuCYKjRjNn1Oxew/s1600/izmironur15_14.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="529" data-original-width="800" height="211" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgH7p8sJFjvJcxl99H6j8qOWmVuBUzmtf0g-a5uKG-J_qfvghJjsW01r0bqTpPqtDeI3G5gdVKV0ocXA6_BD6pRjPo6Fo5sItLcHcNlF7miUQTV0Uw4H_zuzNSiquheuCYKjRjNn1Oxew/s320/izmironur15_14.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Heteroseksüelim. Bu bir ayıp değil. Queer'e ve Lgbti'ye inanıyorum, haklarını savunuyorum. Bu da ayıp değil. Heteroseksüelim fakat bunun acısını derinden yaşıyorum. Bu ayıp işte.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">İzmir'in havasını çoğu zaman sevmişimdir. Öğlenin yakıcı güneşinden sonra havanın İzlanda kadar gri olmasını seviyordum. Çocukluğum da böyle oldu. Bir anda açılan ve kapanan havalarda kendimi hep mutlu hissettim. Bugün yürüyüşe ilk defa katıldım. Rengarenk ruha sahip olduğumu düşünüyordum. Sanata olan ilgim, müzikle de kulağımda perçinlenmiş oldu. Bugün neden bu kadar aklımda garip bir heyecan vardı. Utandığım omzu açık tişörtümü giydim, üzerine uzun zamandır giymediğim kadar açık giyindim. Sanki o alanda her şey bana kucak açacak gibiydi. Bir babanın baskısı ile büyümüştüm. Eşcinsel olamadım, biseksüel de olamadım. Benim ancak olabildiğim şey, heteroseksüellikti. Ben bunun baskısını gördüğümü, okul zamanımda fark ettim. Dokunursam ve uzun sarılırsam, acayip karşılanacaktım. Bu yüzden kimseye yakın olmadan, yakın arkadaş olmam gerekiyordu. Ben de böyle büyüdüm, herkesten uzak, bir zaman sonra herkes sarılınca, benim onlara karşı ilgim olmadı. Kısacası bu garip bir dengeydi. Gelişi güzel erk üzerimize yağmurunu döküyordu, biz de ona göre bir yola giriyorduk.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Ailemin büyükleri, vücudumdaki değişimlere, orospu mu olacaksın, sen ibne misin, belini ört, sen erkeksin, sırtını kapat sen kadınsın, evlendirelim seni, erken boşalma tamam mı, iyi siktin mi karıyı, gibi söylemlerle üzerime geliniyordu. Bir şeyi iyi yapabilmek ya da bir kadını - erkeği tatmin edebilmenin övünülecek tarafıyla savaşmak zorundaydım. Erkek adamsın denildi, güçlü olmalısın, evini korumalısın. Ben ev korumak ya da güçlü olmak istemiyordum. Kadınsın, güçsüz olmalısın, kendini muhtaç hissetmelisin, bunu da yapacak değildim. Ben sadece kendimce, özgürce, estetik hazlar ve sanat ile kendimi var etmek istiyordum. Tüm renkleri tek tek üzerimden almaya başladıklarında felsefecilerle, karşı söylem yaratmak için edebiyatçılarla tanıştım. Nietzsche, Sartre, Kafka, Kierkegaard derken, kendimi bir şey haline getirdim. Metroda kendi yansımamı gördükçe, ağlayasım geliyordu. Bedenim bir başkasının etkisiyle, ruhum ise bir başka savaşım içerisindeydi. Ben heteroseksüeldim fakat özgür değildim. Benim gibiler yoktu. Benim gibiler, heteroluğunu kanıtlamak için defalarca hüküm altında yaşadıklarını ve mutlu olduklarını görmüyorlardı. Bu kadar sıkışmışlık içerisinde hiçbir yere dahil değildim. Metrodan indim, birbirimize benzer renkler altında, selamlaşmıyorduk bile. Artık bugün nedense bugün, rüzgarın değişimi gibi bana da iyi geldi. Herkesin rengarenk olduğu yere gittim. Ben tek düzeydim, eşcinseller gülümsüyor, lezbiyenlerin kısa saçlarına dokunarak öpüşüyorlardı. Ben ise oradaki bir parkın bankında elimde Postu Modern Kırmızı Tilki adlı kitabı kendime koruma altına alarak ağlıyordum. İnsanlar o kadar güçlü bir şekilde birlikte olduğunu görünce, bunun mutluluğu ya da kendi heteroluğumun acısına ağlıyordum. Bir babanın tecavüzvari yaşamı, kendi bedenimde tatmin etme zorunluluğu, kimseye aşık olamayacak kadar bedenimden nefret ettiğimi ve bu baskıların hepsinin kendimi özgürcesine değil, feda ederek, acı çekerek, çilehane'den çıkacağımı bana anlattıklarına inanmak zorunda kalışımdandı. Tanrı'da heteroydu ve artık hiçbir şeyi değiştirecek kadar güçlü hissetmiyordu. Ben oturdum, insanlar ellerindeki pankartlarla yürüyüşünü yaptılar, parkta insanlar sallandı.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;">Lgbti, heteroları da özgürleştirecek sözünü sevdim, O bu sözü parka yazdım, oturduğum bankın üzerine ve belki çocuklarda okurlar ve belki de sıkıştıkları heteroluğun gerçekliğini sorgularlar. Oturdum, ağladım, sonra yağmurun yağmasını fırsat bilmemi sağladı. Kimse benim kimden dolayı ıslandığımı anlamadı.</span><br />
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><br /></span>
Yazabilen Yaratıkhttp://www.blogger.com/profile/08603685824944693076noreply@blogger.com0