Geceden Sonra Gelen Tanın Beyazlığı - Final

15:53 Yazabilen Yaratık 0 Comments

 

Dedi ki; sabah aydınlığının Tanrı'sı da bugün gözyaşı döktü. Leibnez ve Spinoza arasında bir salıncak kurdum. Anne diye bağırdım, sarılamadım, elleri bir başka Kant'ın ahlak anlayışına dönüştü. Anne dedim, neden bunların hepsini yaşamak zorundaydım, dur dedi, ellerini gösterdi, bu ellerle seni hiç sevmedim, saçını okşamadım, döküldü, ellerim seni sevmeme izin vermedi, dualar okudum fakat dokunmadım, çınar ağacına saçından bir parça sakladım, biri gelir de onu çıkarır diye sana bir ritüel bıraktım. Ellerine baktığımda gözlerim daha da yeşile döndü. Dur dedim, anne dur, biliyorum bu hayatı hiç yaşamadın, her şeyin bu kadar beyaz olduğu yerde, insanlar neden cenneti ve cehennemi arar ki, dedi ki Tanrı, dur dedim, sevgili Tanrı, dur ne olursun annem biraz daha konuşsun, o anlatacaklarını kaç yüzyıl daha saklayacaktı, Kafirun suresindeki denklemi anlamayan sen, aynı şeyleri teker teker söylemedin mi, dur benim annem bana senin Rabb'in sana, onun ölümünü izlemeden önce bana neden sarılmadığını anlatmasına izin ver, gözlerini ovuşturdu, yeşil gözlerini çıkardı, kanlar tüm gökyüzüne dağıldı. Bağırdım, dur Tanrı hepimizin gözlerini görmez, hiçbir gözün içine bakmaz, onun bakma ve anlamaya zamanı yoktur, bu yüzden bizim anlamlarımıza muhtaç, dur sakın gözlerini yerinden çıkarma, çok benzetiyorum her şeye, nasıl da kalbimin içinde büyük bir gözyaşı taşıyorsam, hiçbir vahiy inmiyor, çınar ağaçları ve tırtılların boynuna binip, Alice ve Gulliver'in hikayesine dahil olamıyorum. Tanrım diyorum, ben hiçbir hikayeye dahil olamayacak mıyım, neden zorlaştırıyorsun, Ebu Leheb değilsin, ellerin de kurumuyor diyor, sana inanmıyorum dedikçe, birilerine daha çok aşık oluyorum. Sen ve sevgi arasında kalıyorum, annem diğer gözünü çıkarıp kalbimin içine bastırıyor ve gülümse daha fazla sevemem seni, sevme beni ama bak, sevme beni fakat orada dur, biliyorum her tecavüzü kaldırabilirim ama ikimizin arasında anne ve çocuk arasında bu sevgisizlik ve bağ kurma yoksunluğunu hiçbir kutsal kitapta bulamıyorum. Okuyorum, Proust, Hegel, Heidegger, Joyce ve Wilde, okuyorum ama anlayamıyorum, okuyorum ama kimseyi sevemiyorum, her şeyin bozulmasını sağlayarak, kendimle eşitliyorum, kayalıkları eşitliyorum, varlığı ve noksan sözcüğünü kullanmadığımız geceleri, sevgili okuyucu her şeyin beyaz olduğunu düşündükçe, hiçbir şeyin değişmeyeceğine inandırıldım. Gözlerini anımsıyorum ve bağırıyorum: 

Sabah aydınlığının Tanrı'sıyla saklambaç oynuyorum. 

Gerçekliğin zihnimle oynadığı oyundan af diliyorum.

Karanlık çöktüğünde gecenin babalarının öfkesinden

Ve düğümlere üfleyen sevgililerimin aşkından

Ve beni sevdiğini söyleyenlerin sevgisindeki zehirden Tanrı'ya değil, ismi hiç söylenmemiş meleklere sığınırım. 


Yeşil kanatlı olan şeyleri sinek zannederdim, uykumu getirirdi izlerken, onu anımsadım, annem ellerimi hiç tutmadığını ve beni öpmediğini söylemiştim. Onu gördüğümde ise, her şeyin üzerinde bir gün herkesin sakladığı ve üflenilen düğümlerin, korkunç gökkuşağı siyahlığındaki geceye yakın bir geceden yara vereceğimizi biliyordum. Kutsal kitapların eksikliği, içinde aşk olmamasıydı, Süleyman'ın Şarkısı spotify'de yok, Habil ve Kabil eşcinseller, Havva'dan sonra her kadın biraz uykucu, yer ve göklerin sahibi olan Elon Musk'tan sonra ölümün bir yaşanmamışlık değil, denk gelmediğin her anıya şükredeceğin bir arınma yolu olduğunu fark etmeye başladım. Ölüm dediğim şey, yeşil bir perdenin önünde gerçeklerin manipüle edildiği bir çocuk filminden ibaret olduğunu, sevgili okuyucu, sana anlattığım bu dördüncü hikayede, kutsal olan tek şey gurur ve kibir'in insanı nasıl da delirttiğini ve Tanrı'dan sonra herkesin daha fazla kahvaltı yapma isteğinin bulunduğunu anımsatmaktı. Tan ve beyazlık arasında yüzyıllar geçiyor ve bana bir gece mesaj geliyor, o mesajı okuduktan sonra evi temizliyorum, sıradanlaştırmak için düşünceyi Kur'an okuyorum ve de ki diyor bana ama ben bir şey demek istemiyorum, bana tekrarlıyor, yaratan rabbin adına de ki, hayır diyorum, oku diyor, mesajı okumak istemiyorum, numaraya bakmak istemiyorum, sözcüklerin dizilişindeki göçün hangi dilde yazıldığını bile anımsamak istemiyorum. Bırak kalsın zihnimdeki her şeyin daha güzel olduğunu diyorum, bana hayır okuyacaksın diyor, oku diyorsun ama canıma okuyorsun Tanrım, oku sevgili okuyucu , ben de sizin canınızı okumak için bu yazıyı tamamlıyorum. Siz şu anda tüm kutsallıklardan arınarak, bu sözcüklerin devamını merak etmeden daha ne kadar yaralanacağınızı ve dayanacağınızı düşünerek benimle beraber bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ben sizin elinizden bir Kabe, bir Kudüs, bir İzlanda alıyorum. Kalbimin üstünde uyusaydı, her şeyi affedebilirdim, kendimi de affedebilirdim ama olmadı, bağırdım, duvarlara yazılar yazmak için kalktığımda su içmediğimi fark ettim, Tanrı'nın suyuna ücret vererek, kendimi haklı görüyordum. Suyun içinde mineral ve ph değerine uzun uzun bakıyorum. Hangi dağın eteğinden geldiği, nerede saklayacağımı, nasıl içeceğimi ve neden bu markayı seçtiğimle ilgili açıklamalar yapıyor, küçük küçük sözcüklerin bulunduğu yere geliyorum ve ağlıyorum, çok ağlıyorum sevgili okuyucu, bir şişe suyun karşısında ağlıyorum, hıçkırıyorum, ellerimi yüzümle kapatıyorum, ellerimi ısırıyorum, dur diyorum, ağlama artık, ben kimseyi hasta etmedim baba, kimseyi üzmek istemedim anne ve sen tanın beyazlığı, ölüm üzerine yemin ederim ki, cocain üzerine yemin ederim ki, strapon üzerine yemin ederim ki, sulh ceza mahkemesi ve şilte üzerine yemin ederim ki, kimsenin canını yakmak için konuşmadım. Kapı çalıyor olduğunu düşünün, şu an kapı çalıyor dediğimde birlikte kapının çaldığını düşünerek öyküye devam etmemiz gerekiyor, öyküde hareket etmem gerekiyor ve ben şu anda bir suyun karşısında ağlıyorum, bu uzun sürecek ve beni kimse anımsamayacak diye, bunu sizinle birlikte bir yalan üstüne kurmamız gerekiyor sevgili okuyucu, kapı çalıyor.


Kağıttan bir uçak, kapının önünde, tozların ve internet bağlantı kablolarının arasında, üzerinde bir yazı yazıyor. Onu evin içinde değil, apartmanın akustiğinde okuyorum çünkü en çok seni yolcularken, oradaki sesin soğuk duvarlara ve pürüzsüz görünmeyen sıvaların içinden bana gelmesine hayranlık besliyordum. Tenin ve duvarlar arasında pürüzsüzlük üzerine düşündüğümü var say sevgili okuyucu, bunların hiçbiri olmadı ama bir kere yalan söyleyen, bir kere sizinle anlaşmam, bir kere sevişince insan her zaman seveceğine inanıyor, her şeyin bir keresinde oluyor her şey, kavanoz açamıyorum, konserve kutusunun metaliyle bileklerimi kesemiyorum, nohut seviyorum çünkü, özellikle de biraz kırmızı renge bulanına her şey bana evde olma hissini anımsatıyor. Fatura için geldiğini söylüyor ve elektrik kablolarına bakıp, içinden bana şunları söylüyor, sevgili okuyucu artık başkaları adına da yalan söylüyoruz, sanıyorum bu hikayenin sonunda beyaz olan tek şeyin hiç doğmamış olmak olduğunu biliyor olacağız, abonelik numaramı söylüyor ve gözlerini bana dikip, maalesef sevgili okuyucu onun gözleri de yeşil, nasıl bir korku ve hapis bir Cemal Süreya şiiridir bilmiyorum, bakın bir önceki cümlede şiir üzerine bir metafor denedim, siz beni sanatsal bir şey düşlediğimi ve gönderme yaptığımı düşünseniz de, ben şiirlerden nefret ederim ve sevdiğim o insanla şiir gönderisini birleştirerek, onu da yaralamayı denedim, sadece okuyunca o anlayacak diye bunu size yapmak istemedim. Sonuçta kaç dakikadır birlikte birkaç yalan söyledik ve benim size doğruyu söyleme gibi bir durumum olduğunu bilerek bunu söylüyorum, abonelik numarasına baktı ve 54121111111 Tesla'yı yaratan Rabb'a sığınırım. Bu ülkede kimseyi istemiyoruz, lütfen faturamı verin, kapıyı kapattıktan sonra ışıkları açmadan ağlayacağım, bu gece bana bir mesaj geldi, kendi iyiliğini ve iyi insan olma durumunu benimle paylaşan, bakın dedi, bakın, bakıyorum, sevgili okuyucu bunlar yaşanmadı ama bakın sözcüğü kulakta güzelce çınlıyor diye, bakmaya devam ettiğimi varsayın, insanların kutsalına, insanların ilahına, 1111, diye bağırıyorum, sakın 0 deme diyorum, aklıma onun gözlerindeki boşluk geliyor, gözlerini karanlıkta da görebiliyorum ve bana sarılıyor, gerçekten oluyor, sarılıyor bana, kapıdayız ve sarılıyoruz, annem sarılmadı, o sarılmadı, herkes bıraktı, biraz bırakıldım, tadımlık bırakıldım, boşalma sonrası kalbin daha fazla kan pompalamak istemediği o aralıktaki düşüş gibi bırakıldım fakat gözlerimi kapattım, gözyaşlarım faturanın üzerine damladı, onun ismi ve soyismi vardı. DGÇ diye devam ediyordu, nasıl bir kutsallık ki Tanrı bile zarar verebiliyor bilmeden, beni bırakma oyun arkadaşım diyorum, tekrar ona sarılıyorum, sakın diyor, gitmem gerekiyor, ben başka kapıların Tanrı'sını da merak ediyorum, evimde su var diyorum, bilye var diyorum, biraz yırtmak için kitap ve özgürce evin içinde Zanzibar diyebilirsin diyorum. Sevgili okuyucu sen de durdurup söyleyebilirsin, sanki söylediğimde gözlerim küçülüyor ve gülesim geliyor, başka hangi sözcükler hakkında tebessüm ediyorum diye sorarsan... Bakın diyor, yıldızlı bir gece ve bu şarkı sonsuza kadar devam etmeyecek, bir fatura kesme süresi ne kadar diyorum, 22 saniye diyor. 

1- Elektrikçinin sinsi vesvesesinin şerrinden

2- O ki, insanların göğsüne kötü düşünceler fısıldar.

3- Göğsüm yok.

4- Memelerim küçük.

5- Onun da memeleri küçüktü.

6- Ne düşüneceğimi bilemiyorum.

7- Sevgili okuyucu

8- Sadece sarılsın.

9 - 22'ye kadar devam edecek mi?

21- Evet edecek.

22- Minel cinneti ven nas ven ilah.

Her sarılma eksiktir çünkü hiçbir zaman içimizi dolduracak o şeye sahip olmamak için yaratılmışızdır. Giriş cümlesi bulmam gerekiyordu. Teşekkür ettim, teşekkür etti, teşekkür etmek istemedim ama gitmesi için ettim, biten tüm ilişkilerdeki sessiz manipüle etme stratejisi gibi, teşekkür ederim, teşekkürler, sağolun, hı hı teşekkürler ve gitmek için artık hazırız. Suyun karşısına oturdum, biraz çalkaladım. Kapı çalmadı, ben kimseye sarılmadım, mesajları sildim, Kur'anı öpüp Sartre'ın Varlık ve Hiçlik kitabının üzerine koydum. Gözyaşlarım daha da sınırlarından taşmaya başladı. Duşa girerdi eski sevgilim, gel dedim evdeki hayalete, beraber girelim, sevişmek yok, sadece karnımıza çektiğimiz dizlerimizi her kavgadaki gibi, yine bunu deneyelim, seni anımsadığım en güzel hallerin ağladığın zamanlardı, gözlerimiz ne kadar güzel gözükürdü. Tüm tecavüz ve geriye dönük günahlarımızın unutulması kadar anlamlı bir ağlayıştı ve suyun içinde ağladım. Beni bırak dedim, su gözlerimi yaktı, annemin gözlerini anımsadım, onun gözlerini anımsadım, kendi gözlerimi çocuklara Ce-e der gibi iki elimin iç kısmıyla, ayası ya da avuç içi fakat ben senin saçlarının ellerimin içinde sığmasındaki kaplamasına diye anımsıyorum, zorlama oldu biliyorum sevgili okuyucu ama uyuduğu zaman onun sadece avuç içimle ve gözlerinin pınarlarını baş ve işaret parmağımla severdim, hikaye okurdum, masal anlatırdım, sadece uyusun derdim, geceden sonra gelen her şeyi boşverelim, Tanın kızıllığının kimsesizliğinden, tanın maviliğinin değişiminden, tanın yeşilliğinde gömdüğüm ve sonsuza kadar tüm yağmurları onun mezarına akması için dua ettiğim bir tırtılın güzel gözlerinden ve bu öykünün zihnimdeki yarattığı beyazlığından ve balerinin, ayaklarının, burnundaki çizgilerinden ve her şeyin nasıl bu kadar seni benim zihnimde beyazlaştırdığını düşünerek, sadece senelerce duş aldığın ve ayaklarının değdiği ve sarılarak ağladığımız beyaz sabunun gözlerimizi yaktığındaki üflediğimiz beyazlıktan sonra hiçbir şey artık bizim hikayemizi yeni bir sözcükle başlatacak bir anlam bırakamayacak. Annemi seninle beraber öldürdüm, gözlerindeki ve çocuk gülüşündeki her şeyi beni kaybetmek adına, beyazlıkların ve büyük plazaların üstündeki bulutların ötesine geçmeye çalışmaktan dolayı, kanatlarımı senden geri aldım, Tanrı diyorum, ben tüm kapılarımı kapattım, sen 99 kapından birini benim için sakla, biliyorum, başından beri tüm metaforlarım, ki sevgili okuyucu ki sevgili Tanrı, ki sevgili sen, sevgili abone numaram ve sevgili bu öyküyü seslendirecek olanın kalbindeki beyazlığı da affediyorum. Şimdi yastığıma sarılıyorum ve yeşil gözlerinin yanlarında bulunan beyazlıklara sonsuza kadar saklayacağın bir cümle yazmak istiyorum. 

Bu ayın faturasını ödedim...


 

You Might Also Like

0 yorum: