Hoşça Kal Cecilia

14:40 Yazabilen Yaratık 0 Comments

"Söylemiştim ya, en çok seni Birinci Dünya Savaşı'nda sevdim diye. Seninle öpüşmediğimiz tek yüzyıldı o. Ölüm esnasında kanlarından arasından dudaklarıma dokunduğun ve üst dudağımı da dilinle sevdikten sonra tüm zamanı sana bırakarak ve senden anlamsızca intikam alır gibi yalnız kalabilmiştim. Unutma her zaman senden önce ben öldüm. Bu yüzden sana 21. yüzyılda nerede olduğumu ya da nasıl öleceğimi, son mektubumda yazacağım."
(2. Öyküden alıntıdır.)


21. yüzyılda her şey kartopundan çığa dönüştüğü zamanlardı. Ben en çok seni izlerken yaralanıyordum. Zaman nasıl geçti bilemiyorum. Pek çok kadında seni aradığımı biliyordum. Sen neye nasıl benzerdin bilmesem de, en çok seni "Ay ışığında" şarkısında bulabiliyordum. Yaylılardan akan sesler hep bir kadının ağlamasını hatırlatırdı. Bu yüzyılda nasıl tanışmıştık. Bu yüzyılda insanlar herkesten daha kolay, tanışır ve birbirlerini severdi fakat en çok da bu zamanlarda susar ve saklarlardı. Tanrı bile bu yüzyılda bağdaş kurup izliyordu sadece. Ben de, Muhammed'ini izleyen Tanrı gibi seni izledim.

Cecilia, çok yaşlandığımı hissediyordum. Sen varken bir aralık her şeyin güzel olacağını ve sana bakarken, zamanın herkesten daha hızlı ya da yavaş akacağını umursamadan, sadece en güzel anıların sana bakmaktan geçeceğini sanıyordum. Seninle kaç yüzyıl sevgiliydik, ne kadar zaman sonra birbirimizi sevdik, bunların hiçbiri, bir edebi metin yaratamayacak da olsa, anlatmak istiyordum. Sen bu yüzyılda çok güzeldin, öncekiler gibi değildin, bir yüzyıl ben kadın diğer yüzyıl sen oluyordun. Boyun benimkinden kısaydı ve gözlerin Medusa'nın gözlerinden daha yeşildi. Ben sana bakarken taşlaşmayı aşk sanıyordum. Seninle yürüdük, yağmur altında zaman geçirdik, hiç sevişmedik seninle. sen nasıl tebessüm edersin çok gördüm, şarkıları nasıl dinler ya da sıkıldığında uzaklara nasıl dalarsın, sakinliğine nasıl kedi seversin ve sarılırsın bunların hepsini bildim. Ben seni pek çok insanla paylaşabildim, çünkü ben hep bir başkasından başladım sevmeye. Bir önceki yüzyılda senin ölümünü izledim, bu sefer ben senden önce zamanı yok saymak istiyordum. Tüm bıçakları, aileleri, zamanları, gözlerinin içinde büyüyen karanlığa kadar her şeyi ben alıp gitmek istiyordum. Seni içten içe yok etmek istiyordum. Bu yüzyılda her şeyden uzak yaşayamıyorduk. Sevgililerinle, sevgilerle, evlilerle, boşanmışlar ve ağlayanlarla, mezarlar ve ölülerle birbirimizi sevebiliyorduk. Ben bir zaman aralığında artık kalbimdeki ölümü, kalbimdeki aşkı daha fazla yaşayamıyordum. İnsanlarla seviştim, kendimle seviştim, kitaplarla, anneler ve çocuklarıyla, muhafazakarla, öldürülmüşlerle, tecavüze uğramışlarla seviştim. Ay ışığında seviştim. Ölüm gibiydi aşk, hep bir boşluk doldurma haliydi. Sendeki boşluklar hiçbir yüzyıl bu kadar acınası hissetmemiştim. Bu sefer erken kabul etmiştim, ben seni herkesten beklemiştim. Bu sefer Milena değil bendim. Hem Kafka hem Milena'ydım, hem Kierkegaard hem Regina'ydım, bir çıkmazdaydım. Kendimin böceğiydim, kendimin aşkıydım bu yüzyılda. Aslında sen ve ben aynı kişiydik, damladığımızda dağıldık, bu sefer dağılmayı sevebildik Cecilia. Ben bu mektubumda sadece sana ölmeye nasıl karar verdiğimi anlatmak istedim. Ben senin varlığını taşıyacak, senin sevgini hissedecek bir kalbe sahip değildim. Ben hep sevdiklerimi öldürüyordum, acı çektirdiğim herkese aşıktım. Ben uzak kaldıklarımı bir kağıttan uçak yapmıştım. Annemi ilk öldürmek istediğimde her güzelliğin sahibi olamayacağımı da anlamıştım. Ah anneme benzer kadınları öldürme isteğimde yok oldum. Bu dünyada Orestes olabilmeyi Antik Yunan'dan çalmıştım. Seni bir başkasıyla hayal ederek sevebildim. Sen hep bu yüzyılda bir başka sevgiye bürünmüştün. Seni rüzgarlı havalarda içime saklayabilecektim. Artık nasıl ölmem gerektiğini sana açıklayacağım.

Bu yüzyılda farklı şehirlerde değildik, savaşmadık, sadece aynı bankta oturabilmiştik. Sen ve ben oturduğumuzda yağmur da yağmadı, sadece çocuksu bir gülüşle o anda öldüğümü kimse fark etmemişti. Ben öldüğümde her şeyden uzaklaşırım, hayaletleri tanırım, hayaletlerle, ölülerle seviştiğimden bilirdim evde büyürken nasıl acı çekmemeyi. Sen hep acılarınla, saçlarını sahilde toplarken görebiliyordum. Bir fotoğrafa uzun uzun baktığımda tüm dünyayı yok edecek gözlere sahip olduğunu anladım ve öldürmen için insanlarla olmanı diledim. Tanrı ile aramdaki ilişki başkalarının iyiliği ve mutluluğu olduğu için hep söz dinlemişti. Şimdi dolaptan su alıp içmek yerine, midem öldürdüğüm her şeyin, sarılmaların, isimlerin ve tanımladığım boşlukların anlamlarını döküyorum. İşte öldürüyorum. O gece, bir gece, o gece hani bir gece, bağdaş kuramadığım o gece, seni hiç öpemediğim o gece, bir gece ama o gece bir başkasının gecesi olduğu gece, seni hiç öpemediğim ama seni nasıl öpeceğimi kurguladığım gece, aslında gece ve sabaha karşı hep tebessüm ettiğin ve bir başkasını öpme hayali kurduğum gece, sıradan ama bir gece işte, o gece ölümüm için seslendim varolanlara. Beni öpebilmen için sana acılarımı gösterdim, yüzyılımı tanıttım ve sen öpmek için sadece bir geceyarısını değil, bir başka yüzyılı bekledin ve dedim, bu beni öldürecek Cecilia, ben o gece beni öpmediğin için sana yazı yazacaktım, sana bir roman yazacaktım, romanı Cecilia adına yazacaktım ve diyecetim, bir gece sen bir bıçak ile bölemediğin zamanı, bir gecede bir gece, bir gecede benim dudaklarımı kesmeme sebep olmuştun. Ben sana sarıldığımda tüm dünyada öteki olmuş çocuklara sarılır gibi sarılıyordum. O gece üstünü örttün, inanabiliyor musun, üstünü örtmüştün, sıcaklamış ya da bedenini korumak adına, hasta olmamak, tüm her şeye karşı korunaklı olmak adına, o gece, işte o gece her yerini sarmalamıştın. O gece karar vermiştim, ay ışığı eğer pencereden içeri girecekse, bana yansıyan her yerimi kurban edecektim. Pencereden geçen tüm ışıklar arabalara aitti, hepsi gelip geçti ve hiçbir yerimi kurban edemeden geceyi işte o geceyi sonlandırdım. Sabah birlikte yürümüştük, inanabiliyor musun, yanımda yürümüştün Cecilia, ben ise kolumdaki imza ile zamana itaat etmiştim. Sonraki gece, annemden izin aldım, izin verdi, cidden dayanamıyorsan dedi.


İşte o geceyi anlattım, beni öpmenin aklından geçmediği geceyi, annem sadece " Seni fark etseymiş, sana dondurma alırdı" diyebilmişti. Dondurma her şeyin mutluluğu olabilirdi, boğazları, kalpleri, zamanı korumadan, her şeyi sadece görebildiğimizden ötesinde fark ederek, kapıdaki işlevsiz ama güzel duran tokmak kadar güçlü durmak istemiyordum artık. O gece bir dondurma aldım, içinde mavi rengi güzelce sürülmüş, arkasından anneme hoşça kal dedim, o an ise eğer kurtulursan taze fasulye ve pilav yaptım,dedi, canın çekerse gel diyebilmişti. Ben kurtulmak istemediğimi ona söylemedim, yemeği içten içe sıcak tutsun istedim. Her şeyi kapattım, televizyon, mobil interneti, modemi, elektrik ve suyu kapattım, gözlüklerimi çıkardım ve senden kalan bir fotoğrafı gözlüğümü karşısına koydum, bileklerimi babamın beni yeni doğmuşken kucağına aldığı fotoğrafın kenarıyla kesebildim. Dondurmayı kesiğimin üzerine bastırdım. Bu yüzyılda her şey farklı olunca anlam kazanıyordu. Ben farklı olduğumu o gece işte o gece fark etmiştim. Çünkü sevdiğim herkes koltukta oturmayı severdi ben ise tüm oyunlarımı yerde oynamıştım. Aramızdaki yüzyıl farkı değildi, aramızdaki aşk değildi, aramızdaki ben olma durumu değildi. Ben oyun arkadaşı ve edebi bir karakter olacağımı sanarak, seni her yüzyılda sevmiştim. Ben edebi olamayacak kadar çirkin ve kötü bir yazardım,sen ise şu anda notlarına bakarken, sana mektubumu yorgunlukla bırakıyorum. En çok boynundan öpmeyi istedim, çünkü benimle sevişseydin Salome gibi hissedecektim. Kalbim bu yüzyılda sadece güvercinleri sevebildi çünkü vapurda sadece onları izlerken bana aşık gibi bakmıştın, hoşça kal Cecilia, çünkü en çok senden kaçmak için senin bakmadığın zamanlarda sana bakabilmiştim. Sen bir uçaksın ve ben de bu uçakla içimi değil, oyunumu uzaklara girerek bitiriyorum, Kafka da bıçaklarını makinaya sıralasın artık. Seni seviyor olmaktan utanarak ve ilahi bir güçle ölmek istiyorum. Tanrı'nın Japon balıklarına verdiği donukla üşüyorum. Sen bu geceden sonra istediğin kadar üstünü örtebilirsin.

0 yorum: