Bay Kafka Ve Lal - PreRoman

16:44 Yazabilen Yaratık 0 Comments

     
                                         
BAY KAFKA VE LAL

-         Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ya da seni kendim doğurmuş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum.
-      
       Siktir git bu evden.

Dedi.

Bunu söylerken de gözlerini benden hiç ayırmadı. Bu kadar kararlı olmasını hiçbir şeye bağlayamıyordum. Ondan güçlü değildim, ona saldıramazdım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sanırım sadece ayaklarını kapanıp yalvarmam gerekiyordu. Saat kaçtı? Mevsim neydi? Uzun zamandır neyi sevip sevmediğimi bile hiç bilemiyordum. Sadece ondan ayrılmak istemiyordum. Bu sözü yazabilmek için ondan aldığım kitapları okudum. Yazılar yazmaya karar verdim. Şiir yazmaya başladım, Türk şairlerin şiirleri bana çok duygusal ve rüzgarda zıplayarak koşan çocukların heyecanını verirdi. Ben bunları artık sevemiyordum. Sadece onu seviyordum, sadece onun sevdiklerini, sadece anlattıklarını, ağzımdan sadece, Son kez öpüşelim, yalvarırım, sözü çıkabilmişti. Beni kırmayacağını biliyordum. Sonra gideceğimi ve eşyalarımı zaten önceden topladığımı da çok iyi biliyordu. Bu evi ona bırakacağım konusunda da anlaşmıştık. Sadece onsuz kırklı yaşlarımın nasıl geçeceğini düşünemiyordum. Şimdi bana bu kadar aşık olunmaz diyeceksiniz, eski Alman romanlarındaki, kahraman romantik karakterlerden de değilim. Sadece herkesin sekizinci, dokuzuncu tercihi olabilecek bir bölümden mezun oldum. Sonrasında kitap okuyarak insanları etkileyeceğimin farkına vardım. Uzun süre okuduğum kitapların kapaklarını otobüste ve metroda insanların gözlerine soktum. Onlar da biraz eğilip göz atıp tekrar kafalarını çevirdiler. Anladığınızı sanıyorum, kendimi aynada pek sevmeyen biriyim, baktığım zaman aynaya sadece yalnız kalmamak için kendime katlandığım zamanlarım bile oldu. Bu yüzden onu kaybetmek de istemiyordum. İsteğimi sigara yakmadan önce kabul edeceğini ve içerken de bu evi terk etme sözü verip veremeyeceğimi sordu. Cevabı zaten biliyordu, sadece bir sözleşme için taraflar birbirine sözlü onay vermesi gerekiyordu.

Nasıl tanıştığımızı size anlatmak istiyorum fakat onu da öpmek istiyorum. Bu yüzden onu öpme isteğim, sizinle bu konuyu açmak ve kendimi övmeyi sona bırakmak istiyorum. Çünkü ona karşı tutkum normal değildi. Öncekiler gibi değildi. Farklı bakışı ve yüzündeki ben’in yeri bile tam istediğim gibiydi. Bu kadar rastlantı olamazdı. Onunla yan yana oturduğum otobüste ikimizde aynı kitabı okurken denk gelmemiz bizi buluşturan kadar diye nitelendirmiştim. Oysa Tanrı’ya da kadere de inanmam. O anda kaderi kullanmak istiyordum. İnsanları da kullanmayı bir zaman sonra çok sever oldum, inanmadığım şeylerde çoğunluğa göre hareket ederdim. Teke tek yakaladığımda ise zaten karşımdaki insanı kolaylıkla düşüncelerimi onaylatacağım için o zaman bahsederdim.
-         Daha bekleyecek misin?

Ona yaklaşırken sadece altında siyah ve kalçasının yarısını kaplayan bir iç çamaşır vardı. Yarısında lastik izi olmasını sevmediğim için, ona bile dikkat ediyordu. Bunu nasıl başarıyordu açıkçası bilmiyorum . Suratında yine o sevdiği bordoya yakın ruju ile karşımdaydı, ellerinde french ojeleri ve tırnaklarının ucunda sanki hayatımı anlatan bir romanın ilk cümlesi duruyordu. Ne kadar da kendimi düşürüyordum karşısında, sanki bunu bilerek yapıyordum. Onu ulaşılmaz yaptığım için her seferinde kendimi Shakespeare gibi hissediyordum. Belki de bunu bile hissetmiyordum. Önceden olsaydı, şu anda sinirle evi terk edip gitmiştim, suratımı günlerce asar, telefonlardan engeller, internette başka insanlarla konuşurdum.

Yaklaştığımda aklımdan ne geçiyordu bilmiyorum. Öpücüğünde tüm sevdiğim kadınlardan intikam alıyordum sanki. Hepsi karşımda beni izliyorlar ve kafalarını sağa sola çeviriyorlardı. Sevimsiz görünüyordum onların gözünde fakat bunu istiyordum. Sonrasında alt dudağının dudağımdan hızlıca geçişini hissettiriyordu. Dişiyle önceden olsa ısırır gibi yapardı, o anda ben de ayaklarını öpmeye eğilirdim. Dökülen saçlarımı severdi ve her şey sanki yeniden filizlenirdi. Adem elmayı yeme derdi, Havva ısırırdı, cennetten kovulurduk, sonra ben bir iş bulurdum, o ise kitapları ayırırdı, yemek yaparken birlikte Nietzsche okumayı seçerdik, Zerdüşt bugün yeşil mercimek yapmamızı buyurdu, dedikçe gülüşüm görünürdü. Bıyıklarımı kimse güldüğümü fark etmesin diye bu kadar uzatıp tüm edebiyattan intikam alıyordum aklımca. Cennet dediğimiz yer, insanın birbiriyle konuşmasıymış oysa. Saatlerce konuşmayı seçerdik, bunları sonra sadece cumartesi günleri yapmaya başladık, sonra iki haftada bir derken, sustuk.
Dudakları hala dudağımdaydı, sanırım birkaç saniyelik bir öpücüktü ama ben şu anda saatlerce anlatacak kadar hissettiğim yalanıyla yaşıyordum. Çünkü önceden uzun öpüşmelerimiz, az sevişmelerimiz olurdu. Erken boşalma sorunu yaşadığımdan değildi, sonrasında saçlarımı sevmesi,beni daha mutlu ederdi. Uyku sorunumu onun feministleri kıskandıracak mor ojeleriyle çözmüştüm. İnsanın hayatında, ruh eşi dediği insanlardandı. Bunu sol gözünde katarakt olan o falcı da demişti. Bir insanın eşcinsel taklidi yapması kadar inandırıcı olmayan o falda bundan bahsetmişti. Yakın zamanda eş ruhun seni bulacak, demişti. Ben de yine aynı fallar diyerek devam etmiştim. Bu geleceği daha çok yaşama duygum yüzünden çoğu zaman hata yaptığımı da düşünüyorum. Bu kadar düşündüğüm için saçın dökülmüştür, çok okuyorsun diye mi gözlük takıyorsun gibi soruları da sormamıştı. Belki de merakını benim fiziksel özelliklerime yaklaştırmayan insanları daha çok seviyordum. Çünkü karşımda bana benzer biri yoktu, aynadan bahsediyorum. Kendime baktığımda hızlı yaşlanmayı çocukluktan seçen ve arkeologların bile bulamayacağı umutlarını parka gömen bir çocuk duruyordu. İşte, onu gördüğüm zaman, tüm dünya çocuklarına sarılıyormuş gibi hissediyordum. Bir taraftan da ona “ Sen benim her şeyimsin.” diyecek kadar da özgüvenimi kaybetmemiştim.

Öpüşme düşündüğünden daha da kısa sürmüştü Bay Kafka’nın. Merhaba sevgili okuyucu, az önceki satırlardaki lafı uzatmaya seven arkadaş, birkaç saniye öpüşme sırasında sağ bileğini kesti ve şu anda son bir öpücük almak için kan akışıyla savaşıyor.

Size kendini acındırmak ve aklınızı bulandırmak için bunu yaptı. Çünkü bileğini kesmek için algınızı dağıtmak istiyordu. Öpüşme konusunda isteksiz olan Lal ise, son isteğini gerçekleştirmek adına bunu yaptı. İntihar etmenin melodramatik halini yapmak istemişti, bunu tasarlamıştı, zaten ayrılacaklarını biliyordu ve son kozu olarak söze başlarken ki ilk cümleyi bir kitaptan aldığını ya da değiştirdiğini düşünüyorum. Bileğinden akan kanlar artık onu ayakta tutacak kadar sıcak değildi. Gözlerini yavaşça yumdu, öpücükten sonra Lal, üzerini değiştirmek için elbise dolabına yaklaştı. Açık olan elbise dolabından en son yeni aldığı bir trençkotu koymuştu. Rengi istediği gibiydi ve ucuza satın almıştı. Bunun mutluluğunu bugün hiçbir şey bozamayacağını söylemişti. Belki de bu yüzden Bay Kafka’nın bileğini kesmesine tepki göstermemişti.

Üstündekileri çıkarmak için ayna karşısına geçti. İlk önce üzerindeki salıncak illüstrasyonlu tişörtünü çıkardı ve mavi askının içine yerleştirdi. Bu arada ağzına Pink Martini adlı gruptan bir parça takılmıştı, sadece mırıldanıyordu. Mavi fırfırlı eteğini ve beyaz külotlu çorabını önceden çıkarmıştı, çünkü kendisini öyle görmek istiyordu. İntihar öncesi son hayata tutunuşları olacağı için Bay Kafka’nın buna da olumlu yanıt vermişti. İç çamaşırını çıkardığında biraz kan geldiğini fark etti. Zaten tüm gerginlik pms sendromunun yüzündendi. Adet gününden önce olan şişkinlikler ve gerilmelere hala alışamamıştı. Ped almaya da alışmamıştı. Tüm aksilikler üst üste geliyordu. Lal, bu durumda hemen sigara yakmayı öğrenmişti. Tuvalete hızlıca koştu ve peçeteleri toplayıp kasığının içine yerleştirdi. Bu biraz idare edecektir, diyerek zaman kazanmıştı. Sigarasını çantasından alıp, bu sefer mutfağa koştu. Tedirgin olduğu zamanlardan odadan odaya koşmayı, gezmeyi severdi. Mutfaktan da kibriti alıp, yaktı, kokusunu içine çekti. Çocukluktan beri çok severdi. Kokular haricinde geçmiş hakkında herhangi bir şey hatırlamıyordu sanki. Bay Kafka yerde yatıyordu. Yanına geldi, kontrol etti ve “ Daha ölmemiş” dedi. Bunu nefes alışverişlerinden değil, burnuna tuttuğu ateşin sönmesiyle fark etti. Elbise dolabından puantiyeli tuniğini aldı, altına da fileli eteğini aldı. Tunikte beyaz bir yaka da vardı, her zaman giymeyi istediği elbiselere artık sahip olmanın tebessümü yüzüne vurmuştu. Aynadan sigara tutuşuna baktı. Üniversite zamanından bir arkadaşının içme stilini denedi ve çok hoşuna gitmişti. İçerken küçük parmağını diğerlerinden ayırarak kendine özgü bir şekil vermişti. Bu duruma güldü, kahkaha atacakmış gibi oldu ama utandı, dudağına sürdüğü rujun izi dişlerine bulaşmıştı.  Gözüne kalem çekmek için çekmeceden makyaj malzemelerini çıkardı. Hepsini koklayacak zamanı yoktu. Siyah bir göz kalemi, rimel derken, makyajını tamamladı. O arada sigarasına bulaşan ruh izine takıldı. Dakikalarca bakmayı istiyordu aslında, eline, bedenine göre büyük göğüslerine, kalçasının beline uygun haline, dişlerinin büyük ve dudaklarının etli oluşuna, gözlerinin çekik ve beyaz tenli olmasına. Sanki modern dönemin Roma mitolojisindeki Venüs’tü. O kendini aslında intikam perileri Erinyalar olarak görüyordu. Hiçbir şeyi unutmuyordu, bedenine, ruhuna yapılan çoğu şeyin intikamını başkasından almaya çalışmakla zamanını geçiriyordu. Sonra yerde halıya bulaşan kanı fark etti. Gözleri büyüdü, göz rengi herkeste olan göz rengine benziyordu, sadece biraz büyüktü, aslında birazdan daha çok büyüktü göz bebekleri. Sanki Japon animelerindeki kadın karakterlerinden biriydi. Japonca bilmezdi ama hayatın bir anime tarafının da olduğunu ve bunun ancak uzak doğuluların görebildiğini düşünenlerdendi.

Kan izlerini takip etti. Sigarası bitmişti ve çoktan tırnağıyla kül tablasında ezmişti. Bay Kafka’nın bileğine baktı ve çığlık atarak yanına koştu. İmdat sesleri arasında onu kaldırmaya çalışıyordu. Göbeğinin biraz açık olduğunu ve dışarı çıkan nefret ettiği göbek deliği kılları akan kanın üzerinde kağıttan bir gemi gibi geziyordu. Çığlıklar ve gözyaşı arasında boğulan Lal, Bay Kafka’nın gece yeme alışkanlığını sonlandırdığı için mutluydu. Sırtına almaya çalıştığında, çenesi koltuğa çarpan Bay Kafka hiçbir tepki göstermedi. Kapıya kadar taşıdıktan sonra zil çaldı. Ağlayışlarına komşuların yardıma koştuğunu düşündü. Kapıyı açar açmaz, Bay Kafka, başının arkasını kapı eşiğine çarptı, sanki anahtarı bulduktan sonra yere atılan bir çanta gibiydi. Karşısında omzunda on dokuz litrelik damacanayı tutan görevli vardı. Su getirmiştim, dedi ve yutkundu görevli. Hemen boşu getiriyorum diyerek mutfağa koştu. Bir saat öncesinde suyun bittiğini fark edip söylediğinde bu kadar geç geleceğini tahmin edememişti. Çay yapacaktı oysa, kahve bile içemeden güne başlamanın etkisi diye bir şey olmadığını yıllar sonra anlayan Lal, evinizde paralı su var mı, diye soran insanları antipatik bulurdu. Bazı sözcük öbeklerini sevmezdi, bazılarını da defalarca tekrarlardı. “ Müptezel” ya da “ Hissikablelvuku” gibi sözcükleri çok severdi ama yazılışları konusunda dakikalarca düşünürdü. Birkaç harfin yan yana gelmesinde bir hata olduğunu düşünse de yazılışları doğru olurdu. Peki, neden dakikalarca sanki ilk defa görmüş gibi hata arıyordu, bunu sorgularken yanından geçen kediyi sevdi ve bu sorguyu sonlandırdı.

Boş damacanayı getirdikten sonra paranın üstünü veren görevli, yerdeki Bay Kafka’ya bakmamak için doğalgaz sayacının ne kadar yaktığını, rakamları aklında tutabilecek mi bakalım gibi kendince zeka oyunları yapıyordu. Görevli parayı aldıktan sonra hızla apartmanı terk etti. Zaten kot 1 dairede yaşadıkları için, uzaklaşması çok zaman almadı. Çığlık ve gözyaşı tekrar başladı. Sesi gittikçe boğuk bir halde duyulmaya başladı. Bay Kafka’yı kucağına almaya çalışırken külotlu çorap, bacak arasından başlayarak yırtılmaya başladı. Sakın, sakın diye sinirlenerek, “şimdi kanamanın zamanı değil” gibi garip bir tepki verdi.


15. Eylül 2008
Saat – 19:21

21 Ekim 2018’de kendimi öldürmeyi planlıyorum. Bay Kafka adlı mahlasla yazı yazmaya başladım. İlk başta eğlenceli yazılar yazarken, hayata karşı bir duruşum olması gerektiğini fark ettim. Bir gün ölürsem adlı öykümü yazdığımda fark ettim. Hiçbir zaman bir mirasım olmayacak, zaten ölmeye yakın olduğumu fark ettiğiniz zaman kitaplığıma bakmanızı tavsiye ederim, büyük ihtimalle bütün kitapları satıp, şehirlerarası yolculuklara çıkacağım, göl kenarlarında oturduktan sonra iki şehirden birisinde hayatıma son vereceğim. Bunlardan biri soğuk, birisi de en sıcak şehirlerden biri olacaktır diye düşünüyorum.

Ölümümdeki etkisi olan üç insandan bahsetmek istiyorum. Şu anda biri hayatımda ve sanıyorum ki ondan sonra kimse hayatıma girmesine izin vermeyeceğim. Onların isimlerini vermek istemiyorum. Benim onlara verdiğim isimlerden yola çıkarak onları bulacağınızı biliyorum. Birincisi İstanbul’da yaşamakta, Çehov dövmeli kız olarak onu adlandırdım, sağ elinde Rusça Çehov yazan bir dövmeyle yaşamakta, ondan bahsettiğimde Ç olarak söze devam edeceğim, bir diğeri ise, Shizuka adındaki bir oyuncak bebek olarak nitelendirdim. Son ve şu anda hayatıma son vermeme kararı aldığım Mona Rosa adlı şiiri çok seven kadın olarak bahsetmek istiyorum. Mona Rosa, benim hayatımı alt üst etmesine izin verdiğimde çok küçüktüm. Ona bakarken benim kurtarıcım olduğunu düşünüyordum. İsa gibiydi, ben ise Tanrı’nın sözlerini insanlığa aktaramayan Musa’ydım. İçime kapandıkça o daha mutlu olduğunu fark ediyordum. Şu anda hayatımdan ne zaman gidecek diye bekliyorum. Ben kimseden ayrılamadığım için, benden nefret etmesini sağlıyorum. Bu yüzden fotoğraflardaki sırtı dönük kadınların bir gün beni seveceğine inanarak çocukluğumu geçirmiştim. Ölümüm, sizleri özgürleştirecek diye düşünüyorum. Beni on senede unutacaksınız ve ben de size kendimi hatırlatmak için bu mektubu ölmeden önce cebimde taşıyacağım. Siz beni öldürdünüz, beni sevme tarzınız beni öldürdü, beni inandırdığınız sevgi sözlerinin sadece bana ait olduğunu düşünmem beni öldürdü. Kısacası, sizin en mutsuz zamanlarınızda sizi mutlu etmek için Tanrı tarafından gönderilen melek olduğumu sanıyordum, palyaçonun korkunç olduğunu büyüdükçe öğrendim. Öldüğümü öğrendiniz, ölü bir adamla zamanında uyudunuz, ona baktınız, sırtınızı döndünüz, ona gülüp, seni seviyorum dediniz. Şimdi, bu mektubu okuduğunuz gece sadece beni düşüneceksiniz, ben de sizden yılların acısının intikamını alacağım.


II.

0 yorum: