Kadın Babam.

12:28 Yazabilen Yaratık 0 Comments


Geceleri hep geç uyumamı kuşları izlemeye borçluyum. Bilirsiniz, tecavüz sonrası doğdum, yaşama böyle adım attım. Babam, bu ülkede karısını döven, aldatan ve pek çok sevimsiz şeyi yapan bir orospu çocuğuydu. Babalar gününde ellerimle yaptığım uçakla pilot olacağımı ona anlatmak isterken, pek çok kez dayak yedim. Ben çocukluk hiç bitmeyecek sanıyordum. Müebbet hapis gibi olacak ve arkadan hep aksak, ritmi bozuk, duygusal şarkılar çalacak gibi geliyordu. Bu süreç içerisinde hayatımda en çok korktuğum insan oydu. Elinde muazzam bir güç vardı. Her şeyi parçalıyor, yakıyor, kimseye karşı herhangi bir çekincesi yok sanıyordum. Hiç büyümeyeceğimi bildiğim için bunlardan nasıl kaçacağımı düşledim. Başka bir dünya yaratmayı nasıl becerecektim. Nasıl baba olacaktım, erkekliği nasıl yıkacak, annemin yediği dayakları, içine aldığı penisi nasıl kökünden kesecektim. Babalığa nasıl son verecektim. Bunları düşünürken, karınca duası asılı olurdu kapıda. Hep umutla güzel şeyler gelecek sanarak, çocukluğumu babamla yaşayamadım. Kendi dünyamda birileri yaratarak, kimsesizliğin dünyadaki en büyük babalık olduğunu fark ettim. Sonra arkasından Lal geldi, onu yarattım, iyi bir baba olacağımı düşünerek, kadın duygusallığıyla, yeri gelince belimi kapatarak, yeri geldiğinde sığındığım, saklandığım kadınlığın, içinde mutsuzluğa inanarak. Böyle geçti yıllar, 30 babalar günü geçirdim hayatımda. Hala ne anneyim, ne babayım. Tüm bu babalık zırvasını, Türkiye'de tecavüzle, kadın ölümleriyle, şiddetle, kurallarla, iş önceliği ve pek çok kalitesizlikle yaşadım. Herkesin babası özeldir. Bazıları ölüdür, bazılarının yeri belli değildir. Babalar, tam bir orospu çocuğudur özünde. Siz sadece size ayrılan zamanı gördüğünüz için böyle sevdiniz. Üzgünüm, ben pek çok babayla yattım, pek çok babadan geçtim. Bu yüzden, şairane sözlerle öven Can Yücel'den, İsa'nın babasına kadar hepsinin zulmünü yaşamamak için baba olmamaya karar verdim. Baba olunca anlarsın, anne olunca hissedersin gibi şeyler yüzünden, kimsesizliğe daha güçlü sarıldım. Vajinası parçalanmış anneler, kumandayı mastürbasyon tutar gibi tutan babalar. Her türlü iktidara hayran kadınlar, anneler, kızları, oğlanları, ekonomik güçlülükleri. Bu kandırmaca ile yaşamımız devam ederken, babasız evlerin nefesini soludum. Kadın gibi bir baba olmak için toplumsal cinsiyet okudum, feminist oldum, pek çok renge, ırka, ayrımcılığa karşı gelmek için kendimi adadım. Sözlerimde kadın ya da erkek olmayı toptan yok ettim. Şimdi mezarımda yazılacak sözü arayarak, kadın gibi bir babanın hikayesini yazdım. Kadın gibi neyse, erkek gibi neyse işte. 

Her sevişmeden sonra erkeklikten nefret edip, evde hamamböceği arayıp öldürüyordum. Bu ülkede çocuklara tecavüz edip, çocukların hakkını ölümle, şiddetle çözmeye çalışan babalar varken, günler her daim kutlu olacak. Anlamsızlıkla babalarımızın iktidarını alkışlayacağız. İsa'dan sonra her salı regl oluyorum.


0 yorum:

Evli Werther'in Acıları

14:30 Yazabilen Yaratık 0 Comments


Seviştikten sonra ıslak mendil aramaya başladım. Belimize kadar soyunmuş ve büyük bir uğraş veriyorduk. İkimizde titremeden sonra uzun süre birbirimizin hareketsizliği sinsice izledik. Hangimiz daha yorgun ise ona göre daha çok zevk aldığını bildirecekti. Bu sessiz ama bir o kadar da gizli bir anlaşmaydı, çoğumuzun Tanrı ile yaptığı gibi. Bu yüzden dünyaya geldik, kısa bir soruya cevap verdik, nasıl alırsın sorusuydu bu Tanrı'nın. Bunun üzerine tüm yaşamımızı dengeleyecek bir anlaşmaya söylem yarattık.

Biraz esse. 

Böyle söylemiş olmalıydım, çünkü zaten durduğum yerde rüzgar esmesine imkan yoktu. Odanın her yanı kapalıydı, duvarlarda nefes alacak alanlar yerine, canımızın istediği zaman açabildiğimiz pencereler yaratıp, onları özgürlük kıldık. Ben bunun yerine sadece bir ıslak mendile ihtiyacım vardı. Yavaşça çözülmüş gibi konuşmaya başladık," duşa gireyim, dışarıdan yemek mi söylesek, saati kurdun mu?" gibi birbirinin üzerine atılan suallerle devam etmek yerine ben bu sefer, bir başka sorunsalımızı dile getirdim.

Islak mendil nerede? 

Bu yüzden yavaşça ve biraz da panikle birbirimizi kontrol edercesine kalktık. Yatağın altına baktık ama bir şekilde vücudumuzdan beyazlıkların akmasını önlemeliydik. Bunu yapabilmek için ise hareket etmemiz gerekiyordu. Bunu yapamazdık yoksa ellerimizi açarak, içine damlayacaktı. Bunu zaten yapsaydık neden beraber olurduk diye düşündük ve kuralladık bunu. Avuçlarımızı kendi ihtiyaçlarımız için açmayacaktık, sanki şimdi çok farklı yapıyoruz da. Yatağın üstüne basmak yerine, sırtımdan destek kurtulmaya çalışıyordum. Gözü üzerimdeydi. Bir Nazi subayı gibiydi, sanki birazdan biraz daha damlasa hayatımın sonu olacak, belki de kalkar kalkmaz hızlıca kendimi banyoya kilitlemeliydim. En azından hayatımın mahkum olma sürecini içeride yaşardım. Bunu yapacak cesaretim yoktu. Karşımda hareketsiz duruyordu. Damlaları izlercesine kasıklarımda, onları yere damlatmamak için yavaş hareketler ediyordum. Sırtım ve kalçamdan destek ala ala ilerledim. Bir zaman sonra gözlerindeki tehlike büyüdü ve sen bulacaksın ıslak mendili, ben yürüyemem şimdi dedi. Bu görevde bana kalmıştı, büyük bir panik içindeydim.

Zaman geçtikçe yataktan ayrılsam da beyazlıklar yavaş yavaş şeffaflaşmaya başladı. Bu tam bir felaketti, büyük bir tehlike anlatabildim mi? O anda her şey daha akışkan ve sert olacaktı. Düştüğü yerde beyazlaşacaktı. Kuruyacaktı, derinin üzerinden çıkarmak adına, lif kullanacaktık. Islak mendili bulmak için yavaşça yere yakın kalkmaya başladım. Aktığını fark ettim, ayaklarımla kasığımın birleştiği noktadan, sanki bir bahçede huzur bulmak gibi ve o bahçede sadece her şeyin, bir başka şeyden uzak olduğunu düşündüğümüz andaki rahatlık gibi, akmaya başladı. Artık bana arkasını dönmüştü partnerim, Biliyordu, düştüğü yer beyazlaşacak, ruhumuza damlayan bir kar gibi, ıslak mendili bulamayan bir yeteneksizin öcünü alacaktı. Yürürken nefes nefeseydim, Akmaya başladıkça zevk aldığım bir şey haline dönüştü, ilerledikçe ben daha da eğiliyordum. Sanki bir oyunda belden kırar gibi, herkesin alkışını alacaktım ve biramı yudumlayacaktım. Burası Oktoberfest değil dostum diyen Hitler vardı. Nefesini derince aldı, sütyenin izleri bulunan meme altını kaşıdı. Sonrasında sigarasını yaktı ve döndü. Ben ona göre komik bana göre dünyanın en acınası insanının çaresizliği diye adlandıracağım yürüyüşle, banyoya gittim. Islak mendili bulmak için, beyaz sabun kokan dolabı açtım. Artık ayak bileklerime kadar akmıştı. İçeriden "Heil" diye bağırmayan, vereceği her erkeğe istediği an bunu söyleten kadının, nefes çekişleri geliyordu. Artık ayaklarımın üzerine akması için sağ ayağımı kaldırdım, kavis yapması adına da sola doğru bir bükme ile yol değiştirmesini sağladım. Tek ayağımı kaldırdım. Islak mendili tek ayakta ararken, bulabilmek için, gözlerimi değil, tamamen içgüdüsel karanlıktaki hislerimle buldum. Açması için yardım edecek kimse yoktu, bu zor görevi tek başıma başarmalıydım. Şimdi ayağımı kaldırdığım anda önceden iz bıraktığım bacağıma bir soğukluk geldi. Eğilip, ayağımın üzerinde biriken, spermimi sildim. Sonrasında aynı mendilin tarafı ile yukarıya doğru temizledim. Sanki içime umutlar doluyordu. Her şeyin daha iyi olacağı ve güneşin ışığının umudunu yüreğimde hissedeceğim o anı yaşadım. Serin, diğerinden çok çok farklı bir ıslaklık. Sonra aynı ayağımın ucuyla çöp kutusuna bastım. Islak mendili içine attım. Seviştiğim kadın, işemek için oturdu. Bir dakikadan az bir şekilde konsantre halde işedi. O tuvalet kağıdını aldı, basit bir silme eylemi ile sildi, o da sağ ayağını kullanıp, açtı, çöpe attı. Demek ki, bütün emekler sağ ayağımızı geliştirmek içindi. Dediğim gibi, o kuru olanı kullandı ve biraz zaman sonra, gerçekten de sıradanmış gibi, çöpe attı. Işığı açık bırakmadı. 

0 yorum:

İzmir Onur Yürüyüşü'nde Oturdum, Ağladım.

13:03 Yazabilen Yaratık 0 Comments

Heteroseksüelim. Bu bir ayıp değil. Queer'e ve Lgbti'ye inanıyorum, haklarını savunuyorum. Bu da ayıp değil. Heteroseksüelim fakat bunun acısını derinden yaşıyorum. Bu ayıp işte.

İzmir'in havasını çoğu zaman sevmişimdir. Öğlenin yakıcı güneşinden sonra havanın İzlanda kadar gri olmasını seviyordum. Çocukluğum da böyle oldu. Bir anda açılan ve kapanan havalarda kendimi hep mutlu hissettim. Bugün yürüyüşe ilk defa katıldım. Rengarenk ruha sahip olduğumu düşünüyordum. Sanata olan ilgim, müzikle de kulağımda perçinlenmiş oldu. Bugün neden bu kadar aklımda garip bir heyecan vardı. Utandığım omzu açık tişörtümü giydim, üzerine uzun zamandır giymediğim kadar açık giyindim. Sanki o alanda her şey bana kucak açacak gibiydi. Bir babanın baskısı ile büyümüştüm. Eşcinsel olamadım, biseksüel de olamadım. Benim ancak olabildiğim şey, heteroseksüellikti. Ben bunun baskısını gördüğümü, okul zamanımda fark ettim. Dokunursam ve uzun sarılırsam, acayip karşılanacaktım. Bu yüzden kimseye yakın olmadan, yakın arkadaş olmam gerekiyordu. Ben de böyle büyüdüm, herkesten uzak, bir zaman sonra herkes sarılınca, benim onlara karşı ilgim olmadı. Kısacası bu garip bir dengeydi. Gelişi güzel erk üzerimize yağmurunu döküyordu, biz de ona göre bir yola giriyorduk.

Ailemin büyükleri, vücudumdaki değişimlere, orospu mu olacaksın, sen ibne misin, belini ört, sen erkeksin, sırtını kapat sen kadınsın, evlendirelim seni, erken boşalma tamam mı, iyi siktin mi karıyı, gibi söylemlerle üzerime geliniyordu. Bir şeyi iyi yapabilmek ya da bir kadını - erkeği tatmin edebilmenin övünülecek tarafıyla savaşmak zorundaydım. Erkek adamsın denildi, güçlü olmalısın, evini korumalısın. Ben ev korumak ya da güçlü olmak istemiyordum. Kadınsın, güçsüz olmalısın, kendini muhtaç hissetmelisin, bunu da yapacak değildim. Ben sadece kendimce, özgürce, estetik hazlar ve sanat ile kendimi var etmek istiyordum. Tüm renkleri tek tek üzerimden almaya başladıklarında felsefecilerle, karşı söylem yaratmak için edebiyatçılarla tanıştım. Nietzsche, Sartre, Kafka, Kierkegaard derken, kendimi bir şey haline getirdim. Metroda kendi yansımamı gördükçe, ağlayasım geliyordu. Bedenim bir başkasının etkisiyle, ruhum ise bir başka savaşım içerisindeydi. Ben heteroseksüeldim fakat özgür değildim. Benim gibiler yoktu. Benim gibiler, heteroluğunu kanıtlamak için defalarca hüküm altında yaşadıklarını ve mutlu olduklarını görmüyorlardı. Bu kadar sıkışmışlık içerisinde hiçbir yere dahil değildim. Metrodan indim, birbirimize benzer renkler altında, selamlaşmıyorduk bile. Artık bugün nedense bugün, rüzgarın değişimi gibi bana da iyi geldi. Herkesin rengarenk olduğu yere gittim. Ben tek düzeydim, eşcinseller gülümsüyor, lezbiyenlerin kısa saçlarına dokunarak öpüşüyorlardı. Ben ise oradaki bir parkın bankında elimde Postu Modern Kırmızı Tilki adlı kitabı kendime koruma altına alarak ağlıyordum. İnsanlar o kadar güçlü bir şekilde birlikte olduğunu görünce, bunun mutluluğu ya da kendi heteroluğumun acısına ağlıyordum. Bir babanın tecavüzvari yaşamı, kendi bedenimde tatmin etme zorunluluğu, kimseye aşık olamayacak kadar bedenimden nefret ettiğimi ve bu baskıların hepsinin kendimi özgürcesine değil, feda ederek, acı çekerek, çilehane'den çıkacağımı bana anlattıklarına inanmak zorunda kalışımdandı. Tanrı'da heteroydu ve artık hiçbir şeyi değiştirecek kadar güçlü hissetmiyordu. Ben oturdum, insanlar ellerindeki pankartlarla yürüyüşünü yaptılar, parkta insanlar sallandı.

Lgbti, heteroları da özgürleştirecek sözünü sevdim, O bu sözü parka yazdım, oturduğum bankın üzerine ve belki çocuklarda okurlar ve belki de sıkıştıkları heteroluğun gerçekliğini sorgularlar. Oturdum, ağladım, sonra yağmurun yağmasını fırsat bilmemi sağladı. Kimse benim kimden dolayı ıslandığımı anlamadı.

0 yorum: