Üç Yıldızlı Gece

15:42 Yazabilen Yaratık 0 Comments

Zaman bir başkasının anlatmasıyla geçer. Biliyorum kitaplarım hiç satılmayacak belki de yazılmayacak ama anlatılacak, yazılmayan ya da bu anları anlatmak kaçan biri için sadece bir sonsuzluğun bilgisizliğini övecekler. Ama ben bunu istemiyorum, bazı şeyleri isterken ki tutkum gibi unutuşlarım, neden unutuyordum, oyuncaklarımı da sayardım, onları unutur ve bir şeye dönüştürürdüm, nasıl da korku verdi bunu yazarken. Evet bir şeye dönüştürmezsem hemen kaybetmekten korkmuştum. İnsan çocukken büyüdüğündeki korkularını düşlüyor.

Zaman bir başkasının anlatımıyla falan filan, bir şeylerden bahsettim. Şimdi bunları tekrarlamak istemiyorum çünkü gökyüzüne bakmadığımı fark ettim, şu anda ne yapıyordum, ona bakmamak için ne kutsal bir zırvaya inanıyordum da gökyüzündeki yeşilliği anlamlandırmıyordum.

Bana anlatılan gökyüzüne bakıyorum. Sanatçıların, annelerin ve Tanrı'nın bahsettiği gökyüzüne bakıyorum. Bir şeyleri anımsıyorum, bir ev, içeriye doğru yürüdüğümde camların beni korkutucu şekilde izlediğini fark ediyordum. Küçüktüm bilirsin, hemen fark ediyorsun. İçeride herkesin sevmediği bir sarı renk hakimdi. Bunları anlatıyorum sanki düşünüyorsunuz, biliyorum herkes o anda ne hatırlarsa, buna zaman ya da olağandışı zaman diyoruz.

Yine kaygılandım, bunları anlatırken, başka bir şeyle ilgilenmek istiyorum. Bu yansımalar ve sarı gölgeler işte, onlardan bahsediyorum. Sanıyorum ki; o odadan sonra uyuyorum. O odaya girdiğimde anılarımda bir uyku hali geliyor, orada bir giz de saklanmıyor, sadece yok gibi, daha önce anlatılmamış gibi, o yüzden hep bir unutma hali. Bunları o odayı anlattığımda fark ediyorum. Bunun için kendimi zamanda bekletiyorum, nefesimi tutuyorum, duruyorum, ve bunu anlatmak için nelerden vazgeçtiğimi düşünüyorum. Anlatacağım hikayedeki mızıka sesini hatırlıyorum. Gecede, üç yıldız vardı ve o kadar yakındılar ki, zaman onları korkuturdu, onlar da orada durmayı beklemeyi, zamanı dışından algılamayı. Konuşacaktım, o sesi de bir zaman anlatacaktım. Ama oyuncaklarım yetmedi, birbirine benzemekten yoruldular sanki, bir salyangoz gözlerimizde sıkışsak da, o andan piyano sesleri değişecek, bunları düzenlemek de zor olacak, her şey gibi bir şeyler devamlı zor olacak. Ölmek istiyorum, neden bilmiyorum, nerede ya da kim tarafından neden bir anlam üretmek için yaşıyordum. Bunlardan kaçıyordum. Moira bir kaçma durumudur. İtalyan Ruhban sınıfında Moire, bir başkasının inanmadığı fakat devamlı olmak isteyen bir dua gibi. Dualar da unutuştur, bunu unutma. Gece unutkan oluyorum, sabah da bazen hatırlamak için bir başkasını izliyorum. Yürüyorum, rüya da görüyorum, bazen başkasının yerine bile seviştim onlarla. Onlar benim unutmamı sağlıyor, devamlı geceden de eski bir günde, benden hepsi alınmak istendi. Bunları nasıl bir şeyle yaratmıştım, bilmiyorum ama her cennet o sarı gölgeli oda olacak, biz sadece geçtiğimiz şeye cennet diyeceğiz, piyano Tanrı'yı yarattı, onu ararken yarattı kendini tekrar tekrar.

Üzülüyorum, anlatmak istedikçe birini hatırlıyorum, gidiyor, her şey gölgeli sarı odadan çıktığımda, üç zamanın karnavalına takılmış yıldız, onları unutmak için sanatçıları öldürdüm, Tanrı'yı öldürdüm, annemi öldürdüm, belki dündü, bilmiyorum. Şimdi sözlerimde bir tablo, üç yıldızlı gece, geceye bahsetme yoksa özlemeye başlıyoruz. Kapatacağım sanırım, herkes uyudu sonuçta, ne anlatsam salyangoz gibi dolanıp, kısacak gözlerini, düşmemek için, yazmıyorum.

You Might Also Like

0 yorum: