Roman Yazamıyorum. Hoşçakal Nastasya Filippovna

13:55 Yazabilen Yaratık 1 Comments

" Senin kardeşin olarak dünyaya gelmeyi ya da seni kendim doğurmuş olmayı isteyecek kadar çok seviyorum." 

-Ayrılmayız.

Bu cümle yıllardır aklımda, romanımın ilk cümlesi olacak kadar kutsal. Peki sevgili yazabilen yaratık, sen neden roman yazmadın. Bu kadar insanların, ağaçlar için devrime kalkışırken, pek çok kitap satmadan, beklerken, amacın, isteğin neydi? Bugün uzun bir yazı olmasını ve bir kısmi veda olarak algılanmasını istiyorum. Neden kitap yazmalı ya da yazmamalı!

- Neden kitap çıkarmamalıyım'ı düşündüm. Ben ona fiyat biçecek ve şu kapak olsun, öyküyü daha güzel hale getiriyor gibi sözler kuramazdım. Önemli olan içinde saldırganlık ve varoluşun modern zamandaki saldırgan eylemsizliğine dönüşmesini anlatacaktım. Bunu para bedeli vererek, aslında çalışmadan sadece yazacaktım. Yazarak para kazanarak, yeni romanlar, yeni karakterler bulacaktım belki ama bunların hepsi artık aynı olduğumu varsaydığımdan, bir kitaba dönüştürmedim. Günlüklerini fiyatlandırır mıydı Sylvia Plath merak etmişimdir hep. 

- Neden yazmak istemedim, çünkü birilerinin kitaplığında üstümde Dostoyevski, benim kitabımın altında, Emrah Serbes, sol tarafımda da sevmediğim bir modern yazarın kitabı olsun istemedim. Bir de hangi isimle olacaktı, gerçekten de bana konulan bir isimle, insanlara, yıllardır eleştirdiğim sistemde ben de -sözde- sistemi kırmak için geldim. Daha çok sevişmek için kitap yazdım, bir pipoya telifi verdim mi diyecektim. Ben imza günü olsa, karşımdakilerin saldırganlık ve hayranlıklarına imza mı atacaktım, yahu benim imzam bile kötü.

- Neden yazmıyorum sorgusunda, yazacak yerim yok. Malum, İzmir'de yaşıyorum, bedenimin yüksek lisans dersleri ve çocuklara zaman ayırdığımdan, yazmaya zaman ayıramayacağımı düşünüyorum. Gerçekten de zaman ayırmak istemediğimden bunlar. Kitaptan kaçıyorum, yazacaklarımdan kaçıyordum. Kendimden kaçmak için sosyal medyada anlık paylaşımlarla, birkaç beğeni ve düşünceden uzak sözlerle kabul görüyordum. Bazen ücretsiz bir fahişe gibi hissediyorum orada. İnsanlar sevişmek, sevmek ve tanışmak istiyorlar. Gerçekten de görmek istiyorlar. Benim kadın ya da erkek olmamı önemsiyorlar. Birlikte yürümeyi teklif eden ya da sana anlatacağım bir acım, bir sarılmam var diyen yok. Ne kadar acı, yazdıklarımdan daha çok çirkin görüntümün merakı.

- Romanımda iki karakterin tasarımını yıllardır düşünüyorum. Bir kadın karakter ve bir erkek. Erkeği tanıyorum, uzun zaman önce toprağa gömdüm kendisini, ben gömmedim aslında, cenazesinde bile yoktum. Onun öldüğü gece, ben sabah başka bir kentte sevişiyordum.  Kadın karakteri aramaya başladım, ilk başta kendi lisans dönemimden birkaç görüntüyle, bulduğumu sanmaya çalıştım, sonrasında Ankara'ya gittim, evet dedim, sanıyorum ki, yağmuru fark ettiğinde hemen şemsiyesini açtı ve yok oldu karşımda, sonra İstanbul, sonrasında sosyal medya da kadın karakterler aramaya başladım, sanki tanımadığım bir çocuğu ya da Tanrı'yı arıyordum. Öncelerinde bulduğumda onunla sevişmek istemiştim. Nasıl bakar bilemezdim ama gerçekten de yazarın ruhundan karakterin ruhuna bir dönüş olmasını düşlüyordum. Bir insandan öte, bir defterin yaprağını çevirir gibi sarılmak, bir tanıma ve yaratma durumu kafamda tasarlamıştım. Sonra vazgeçtim tabi ki, nerede yaşıyordum, hangi şehirde ve ülkede. 

Arayışım devam etti, sosyal medyadaki insanlara baktım, hepsi en elit, en birbirine benzer pozlarıyla görünüyorlardı. Gözleri ne renk olmalı, nasıl sese sahip olmalı diye, aslında pek çok kadın karakter yazmıştım ama bu başkaydı, ismi Lal'di, sonrasında bundan da vazgeçtim. Arayışım, boynunda ve göğsünün ortasında, daha çok sağ göğsüne yakın bir yerde ben olmasıydı. Sonrasında insanlara dikkat etmeye başladım, Bir ara kendimi tamamen bir sapık gibi kurguladım. İnsanlardan, merhaba, ben roman yazacağım, sağ göğsünüzde ben var mı diye sormak istedim. Zaman geçiyordu, yaşlarım yirmilerin sonuna geliyordu ve ben hala iki romanı bir araya getiremiyordum. Camus, Kafka'nın romanları, ilk yazdıkları da berbattı diye kendimi iyi hissettirmeye çalışıyordum. Kitap okumamaya başladım, her şeyden kendimi soyutlayamıyordum. Yazdıklarım birbirine benzer bir kaygıyla gidiyordu.

Metroda birine rastladım, yanına gidip, " Merhaba, roman yazacağım da karakterime benziyorsunuz, tanışalım mı?" düşüncesi sonunda hep bir olumsuzluğa denk düşecekti. Bunu biliyordum. İzmir'de metroda kimseyle tanışmadım...

Sonra bu tutkudan da vazgeçtim. Sevişemedim, tanışamadım. Bir ara sosyal medya hesaplarından, roman karakteri arıyorum, düşünenler bana ulaşsın demek gelmişti. İzmir'de görüşmelerimde kitap hediye ederek, doğru karakteri, görseli, ruhu bulacaktım.

Saçmalama.

İnsanların da bir hayatı olduğunu çoğu zaman unutuyorum. Bu kendi hayatımın farkındalığını yazma üzerine kurguladığımdan dolayı sanıyorum ya da ciddi anlamda major depresyon tanısı konulacak kadar yaşamdan mutsuz olan biriydim. İzmir bana roman yazmak adına iyi gelmeyecekti. İş arayıp, defolup gitme düşüncesi var İstanbul'a ya da daha küçük bir şehirde kapanarak, metrolar, otobüslerin olmadığı, mavi dolmuşlarla yavaşça gidilen şehirde okumak...

-Roman yazmanın zorluklarına karşı gelemiyordum. Özgür bir dünya yaratsan da buradaki yazacağım şeylerden ciddi anlamda korkuyorum, ağlamaktan korkuyorum, acılarımı, acıtanları tekrardan nefes alıp vermelerini sağlamaktan. Birilerini tekrar öldürmekten korktuğumdan kendimi öldürüyorum. Kendi canım yanmasını, başka canları kurtarır gibi sandığımdan yazmıyorum. Tüm babalardan, annelerden, eksik ve tamamlanmamış çocukluklara bağırmaktan korkuyorum. Montaigne'den Kafka'ya uzanan, bir yalnızlık ve ölümlerden, yalnız yatan kadınlardan, sırtını kaşımaktan uzak adamlara kadar anlatmak beni fazla yaralayacağını, bildiğim için.

Neden yazmalıyım diye bir şey diyemiyorum. Bunun bir nedenselliği yok, güdülenmiş gibiyim, hüzünleri, yaşamı, kurgulanmış Tanrı'yı anlatmak, farklı ya da beynimin algıladığı gibi yazmak istiyorum. Ben iyi bir insan olmak, iyi bir yaratık ya da tüm bu rahatsız edici sözlerin yanında, gerçekten de kendime hayran kalacak bir özellik bulabilmek için, gönül rahatlığıyla, ölebilmek için yazmak istiyorum. Bir kız çocuğu dünyaya getirerek, ona uzun bir mektup vermek adına... Fakat tüm kız çocuklarından uzun süre önce vazgeçtim. Her insanın geçmişindeki izlerinden kurtulamıyordum. Kalbimde sadece büyük ağırlıklar vardı, psikiyatriye mi gitmeliydim bilmiyordum, ne iyi geliyordu, ne kadar iyileşebilirdim, bunu hiç bilmiyorum ama sevgili az ama içinden rüzgarlar geçen, birini öperken gerçekten de koşmuşçasına, özlemişçesine öpebilen, okuyucum. Ben senin için bu kadar acı çekiyor ve anlatmak istiyorum. Sana bir masal anlatır gibi, üstünü battaniyeyle örtsem de yatağın altındaki pek çok acı verici, ölümden daha da unutulmayacak o anlar için yazmak istiyorum. Kendime kızdım, bana da kızdılar, sosyal medyada yazma artık diye.

Sosyal medyada yazmak ya da yazmamak meselesi.

Kendime uzun zamandır hayranlık duymuyorum. Bedenimde sevgiye ait zerre bir şey yok. Bu nasıl oldu, nasıl bir hayvana, acı çeken, üstüne tuz dökülmüş bir salyangoza dönüştüm bilmiyorum ama. Sevgi adına, hiçbir varlığa zerre bir şey hissetmiyorum. Bunu hissetmek için aldatır, dövülür, dişlerim dökülür, ısırılır, ağlatılır ve korkutulabilirdim. Birkaç insanın sözleri dışında yazma konusunda desteğim yok. Kanser hastasının ölümü kabullenişi gibi sanırım. Aklıma gelen cümleleri, fotoğrafla birleştirme sanatı diye uydurduğum bir şeyle başladım. Yazdım, 300 öykü ve 5000 fazla minimal deneme öyküler yazmışım. Değişen şey, daha da keskinleştirmek oldu sevgisizliği. Aşık olmak isterdim, uzun süredir kimseye hissetmediğim bir şey bu. Bu roman yazdırabilirdi. Aldatılabilirdim, bu da yazdırırdı, ölümler olsaydı defalarca, yalnız kalsaydım, yazabilirdim. Belki de bir yerlere giderek kendimi kapatmak gerekiyor. Para toplayıp, Şirince'de bir dağ evinde on günde bitirebileceğim bir roman. Bedenimi mi vermeliyim, pazarlamalı mıyım ruhumu şeytana bu roman için. Biterse kendimi diğer bir romana mı yoksa ölüme mi bırakmalıyım. Biriyle yürür gibi roman yazmayı isterdim. Çay içer gibi, çocukları izler gibi yazmayı isterdim o romanı. Tecavüz edilirken, çırpınır gibi yazmak isterdim romanımı...

Oğuz Atay'ın dediği gibi değil ama ; ben buradayım sevgili okuyucu, sen neredesin acaba?

Ben de artık kendi yerimi yazma anlamında bulmak adına, biraz zaman sosyal medya etkinliklerime ara vereceğim.Roman yazmak için gitmek, gitmek, gitmek gerek. Belki o zaman insanlarla tanışır ve o karakteri bulur ya da kendim olurum. Olurum ve giderim buralardan. O gölün kenarında, kızımla yaşarım.

Varlığınıza Saygımla

Yazabilen Yaratık'tan.

You Might Also Like

1 yorum: