Roman Yazamıyorum'un Öyküsü

13:37 Yazabilen Yaratık 2 Comments

Dört yıla yakındır, bir kurgu üzerine düşündükçe düşündüm. Merhabalar bu arada. Bu yazdıklarım sadece romanımın nasıl yazıldığını size bildirmek için. Başımdan geçen ve bu süreçlerin, kitap çıkana kadar ki sürecini yazmayı amaçlıyorum.

Türkiye'de her üç kişiden birinin romanı varmış gibi geliyor. Bugün ve çoğu kitap fuarlarında bunu düşündüm. İnsanların bu kadar dertleri mi vardı. Neden bu kadar roman yazmaya yatkındı insanlar. Hepimizin ortak dilinde ne çok sorun vardı. Peki okuduklarım neden hep ölmüş yazarlardı. Bu kadar roman yazan genç kuşak neredeydi, neden bilmem ne dergisinde yazmak zorundalardı.

Görünürlük! 

Romanımı, kahveyle okuyacaksınız diye korkuyorum. Bir şeyler içecek vakit kalan romanlardan nefret etmişimdir.

Görünürlük.

Ben bunu defalarca kırmak adına yazabilen yaratık adıyla yazdım. Beni tanıyanlar, sevişenler, benimle arkadaşlık edenler var. Bunlar bedenimle ve algımla alakalı. Y.Yaratık olarak genelde kimseyle tam anlamıyla uyum sağlayamıyordum. Bunu öykülerimde birkaç insanı yazarken de yaşadım. Metroda gördüm birkaçını, gözleri renkli ve teni sarıya çalıyordu. Sigarasını kontrol ettikten sonra iç çekti. Tam bir ölüm acısı yaşar gibi. Sanırım sonrasında da rujunu kontrol etmişti. Ben bunu nasıl yaptığını hayranlıkla izlerken o beni görmüyordu.

Kendimi görünmez hissetmiyorum. Tamamen silik bir tip olmak için kilo alıyor, güzellik ve çirkinlik arasında kendime yer bulmamaya çalışıyordum. Rahatsız olmak da bir tepkidir. Romanımda bunu yaşamak isterdim. İlk olarak ismi "Sen" olsun ve kapağında ters duran hamamböceği olsun istiyordum. Birkaç hafta önce böyleydi aslında. Ters duran hamamböcekleri hep bana manidar geliyor. Birinin ölü olması, bacaklarını kendine çekmesi, ters durması ve dokununca sanki canlanacakmış gibi durması. Bence bu dönemde, bu çağda bir roman böyle olmalı, sanki dokununca bir anda yüreğimizi iğrendirecek gerçeklikte.

Ben de ergenlikle ilgili aşk hikayeleri yazabilirdim. Aslında, geçen yazdı sanıyorum. Gelinlik üzerine makaleler yazıp para kazandım. Buna çilehane adını vermiştim. Yazmaktan ne kadar uzaklaşıp, sığlaştırabilirsem o kadar kendimi kurtarabilirdim diyordum. Bunu bir ay kadar yaptıktan sonra, her şeyi yazabilirsin ama roman yazamazsın dedim. Bir başkası parasını verse roman yazarım diyordum.
Sorunum para mıydı diye uzunca düşündüm. Yaşamam için, yaşamak için, sizlere bir şeyler yazmak için para kazanmam gerekiyordu. 

Para kazanmaktan almadığım tat ile romanımı tekrar geri dönmek istedim. Hikaye defalarca kafamda geçiyordu. Bir yazar çıktı, kendisi Doğan Kitap'tan. Bilmem kaçıncı romanı çok ünlü hale geldi. Bana yazma şu internette dedi. Yazma, yazmamalısın, kendini öldürüyorsun. Kendini öldürmemek için, insanlar da Tanrı'ya ibadet ediyor.Belki de kalbimdeki ağrıya iyi gelecek sözlerdi. Hemen inanırım ben, kabul ederim, sözlerim kutsal kitaptakiler gibidir, hiç hata yapmam gibi olur. Belki de hiç hata yapmanın kendine büyük bir acı verdiğini fark etmek istemeyeşimden... Sonrasında roman kahramanlarını düşledim. Ana karakterler belliydi. Kendileri çok büyük bir aşkla ve kısa, anlık bir ayrılmayla her şeye başlayacaklardı. Bizler gibi, ben de çocukluk zamanlarımda annemin yanına gidip, senin çocuğun olmak istemiyorum artık, dedim. Bu söz, sen benim annem değilsin sözünden daha farklıydı. Belki de bu yüzden edebiyatta karşı sıcak bir yaşam hissiyatı duyuyordum.

Siktir git o zaman, diyordum. Kendime gidecek yer hiç bulamadım. Hep bir başkası benden önce orada olmuştu. Bir yer özel olması için de çabalamıyorum. Roman karakterlerinin de böyle bir çabası yoktu. Sadece nasıl başlamam gerekiyor, bunu düşünüyordum. Bir roman nasıl başlamalı, ayrılık cümlesi ya da kendimi tanıtarak mı, belki de reklamlardan sonra başlayacak, kadın programı gibi ya da Gözleri Tamamen Kapalı filminin son sahnesi ya da Dancer İn The Dark'ın finali gibi başlamalıydı. O tık sesi, sanki hamamböceğine terlikle ezer gibi başlamalıydı. Ben "Sen" adlı bir roman yazmayı daha çok istiyorum. Kısa ve karşımdaki her insana, ters bir hamamböceği olduğumuzu hatırlatan rahatsız edicilikte, sonra yayınevleri ne diyecekti. Param yoktu, ters dönmüş bir hamamböceği gibiydim, kapana kıstırılmış, Çehov'un dediği gibi, Ökseye kıstırılmıştı. O ökse, ökse ökse, ah keşke, şu aralar ah kelimesini...

Ah kelimesini çok kullanıyorum. Roman kahramanı aramak için etraftaki kadınlara ve erkeklere baktım, kedilere de baktım, çocuklar ve yılanlara, masanın üzerindeki vesikalık fotoğraflara baktım. Çocukların gözlerindeki yağmur sonrası bulutların dağılışına devamlı baktım. Baktığımda her şeyin içinde geçiyordum sanki. Her kadının göğsüne, her adamın ellerindeki çalışmanın verdiği yaralara bakıyordum. Bakmak zorunda olmak dünyanın kuralı ne de olsa. Bu romanın bir cümlesini bile hala yazamadım. 

Psikoloğum yok, arkadaşım sen kendini "feda" ediyorsun demişti. Bir roman sayfasına kendimi feda ediyordum. Bunu yazmamak da bir fedaydı. Normal olarak devam etmek, bir şeyler beni çekiyordu. Ben de ona karşı, ben artık yazmak istemiyorum diyordum. Bir evlilikten ayrılmak ne kadar zor ise, bir roman yazamamak da böyleydi. 

Lezbiyenlik... Bir kadın arıyordum romana. Bir insanı roman yazmak için feda etmek. Bunu bir başkası için yapmak için yaratıldı insanoğlu. Metroda oturup, şarkı söyleyenler gibi, roman yazabilseydim. İnsanların beni ilk bakışta, bir hamamböceğine benzettiği yerde belki de. İzmir Metro'suna bu durumu yazdım. Mail gelmesi 13 gün sürdü. Bana dedikleri şey şuydu. Böyle bir elektronik aksanımız yok. Kısacası priz yok! demek istiyorlardı. Bir priz yüzünden ben de bu durumdan vazgeçtim. Priz yoksa, kaldırım da yoktur, merdiven de, masa zaten olamazdı. İnsanların hızla geçtiği yerde değil, evlerde, işlerde olurdu masa. Ben bu yüzden yine romanımı yazamayacaktım. Para olsaydı da, tek başıma gidemezdim, ben romanımı konuşarak yazacaktım. Roman kahramanım bu konuda beni zorlamıyor. İstediğin zaman yaz diyor, tam kendinden beklenecek bir şey. Ben onlar için bir şey yapmıyordum ne de olsa. Her şey kendimi bir sıkıntıdan kurtarmak adınaydı. Sigara içmiyor, uyuşturucu ve içki de yok. Ben ne ahlaklı bir hamamböceğiydim. Ben o Kafka'nın kitabını sikeyim.

Vapura binmeyeli uzun zaman oldu. Ben kendimi bir odada sıkıştırmak ve orada ezmek istiyordum. Ters dönecek bacaklarımı görebilmek istiyordum. Hamamböcekleri nasıl ağlar ya da sevişirdi, sevişmeden de soğudum. Hep aynı, hep aynı tatta, Bu yüzden romanda kimse sevişsin istemiyorum. Bir romanda seviştiklerini anlayabilmek de zor oluyor. Hepsi, kısa ve net, seviştiler. Seviştiler, hede hödö. Yahu bu kadar basit ise, hala biz karnımızı her koşulda neden içeriye çekiyorduk. Ben buna karşıydım ama ben romanı yazmaya bile başlamadım. Küfür edecek gibiydim. 

Romanın ilk cümlesi nasıl yazılır? 

Bunun için araştırmaya çıkmayacağım. Sadece düşüneceğim.

Doktor, ben romanımı yazamıyorum. Hepsi aklımda, hatta artık roman bitmiş durumda ama. Sonra ne olacak diyorum, yazınca ne olacak diyorum, hatta ayıplı küfür ediyorum. Küfür edince de insan yazı yazası geliyor. Her an küfür etsem de romanda daha bir şık duruyor. Kolumda Kafka'nın imzası var diye mi böyle diyorum kendi kendime. 

Doktora gidecek param yok.

Doktor diyorum tekrar, kendi kendime diyorum ama doktor varmış gibi diyorum. Doktor diyorum, ben yazamıyorum. İlişkim güzel gitmiyor, seks hayatım da yok. Benden dolayı yok, ben istemiyorum, bir şey olunca, ters dönmüş hamamböceği gibi hissediyorum. Bak doktor, işte böyle oluyor, ilaç verdin zamanında, ben bunları kullandım, bana toplumsal cinsiyetten de bahsetme, hem pozitif cinsiyetçilik yapan erkeklerden de nefret ediyorum ben. Sen erkek ya da kadın değilsin, romanım da böyle, dişi de değil. Bak işte doktor. Ağlayamıyorum. 

Ağlasam doktora da giderdim.

Ağlayamıyorum, çünkü içimde herkesin tanıdığı, sevdiği biri var. Bir hamamböceği değilim normalde, ökçeye kıstırılmış bir Çehov'um. Durum öykülerinden nefret ediyorum. Her şeyi, her güzel yapıyı bozmak istiyorum. Belki de romanımı da yazınca bozulacak sanıyorum. Tolstoy'un 17 yaşındaki yardımcına karşı ben de tansiyon ilacı var. Genç yaşta deme, bunlar hep romanını yazamamaktan. Kanser gibidir. Kanser de olmadım ama kanser gibidir demeyi daha anlamlı buldum. Sen anlarsın diye, bana kalsa, kaplan olsan bir uçak derdim. İşte bu yüzden, ben kime yazmalıyım sayın Yorick.

Yarın yine insanlar arasına karıştığımda, metrodan geçeceğim ve insanlara bakacağım, üstlerindeki kıyafetler, beyazlar, açık kollar, kalçalarımız, göğüslerimiz, siklerimiz ve vajinalarımız devamlı hareket edecek. Biz alınlarımız kadar açık değiliz. İşte can sıkıntımı bunlar gideriyor. Gözlerimiz birbirini görüyor, o kadar ters dönmüşüz ki sadece dokununca birbirimizle konuşuyoruz. Ben yarın yine roman yazmayacağım, insanlar dertler, uğraşlar, çekememezlikler ile devam edeceğim sizlerin arasından geçip gitmeye. Keşke kız kardeşim ölseydi, bilirdim, ona anlatacaklarımı, ben de ölemiyorum,o  da bir şey yazacak kadar duyarlı değil. Peki romanı yazacak bir hamamböceğini kim ilaçladı.

You Might Also Like

2 yorum: